Son yıllarda Türkiye, insan hakları ihlalleri konusunda önemli ve derin bir dönüşüm sürecine
girmiştir. Özellikle 15 Temmuz 2016’daki sözde darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal
(OHAL) dönemi, gözaltı merkezleri ve cezaevlerinde işkence, kötü muamele ve cinsel şiddet
vakalarının artmasıyla dikkat çekmiştir. Kadınların yoğun bir şekilde hedef alındığı bu ihlaller,
uluslararası kamuoyunda büyük yankı bulmuş ve birçok raporla belgelenmiştir. Ancak ulusal
medya organları ve sivil toplum kuruluşlarının bu konuya kayıtsız kalması, sorunun
görünürlüğünü sınırlamaktadır
Devletin bu ihlallere karşı gerekli önlemleri almaması ve faillerin büyük ölçüde cezasız kalması,
adalet sistemine olan güveni derinden sarsmış, Türkiye’nin insan hakları sicilinde kara bir
sayfanın açılmasına yol açmıştır. Kadınlara yönelik cinsel şiddet, işkence ve kötü muamele,
toplumsal adaletin sağlanması ve hukukun üstünlüğünün korunması açısından çözülmesi
gereken en acil sorunlar arasında yer almaktadır.
15 Temmuz Sonrası OHAL Döneminde Kadın Hakları İhlalleri
15 Temmuz 2016’dan sonra ilan edilen OHAL, Türkiye’de insan hakları ihlallerinde ciddi bir artışa
yol açmıştır. Bu süreçte gözaltı merkezleri ve cezaevlerinde yaşanan cinsel şiddet, işkence ve
kötü muamele iddiaları uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırmış, birçok insan hakları
raporunda yer bulmuştur. Özellikle kadınlara yönelik işkence ve cinsel saldırı vakaları bu
dönemin en karanlık yönlerinden birini ortaya koymaktadır.
Finlandiya Göçmenlik Bürosu’nun “Gülen Hareketi” raporu, bu iddiaları doğrulayan belgeler
arasında öne çıkmaktadır. Raporda, gözaltındaki 12 kadının tecavüze uğradığı ve bu tecavüzler
sonucunda hamile kaldığı iddiaları, sürecin vahametini gözler önüne sermektedir. Bu tür iddialar,
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) gibi
kuruluşlarca da raporlanmış ve gözaltındaki kişilerin, özellikle kadınların, işkence ve cinsel
saldırılara maruz kaldığını doğrulamıştır.
Hukuki Çerçeve ve Cinsel Şiddet Suçları
Kadınlara yönelik cinsel şiddet, hem ulusal hem de uluslararası hukuk açısından ağır bir suç
olarak kabul edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17. maddesi, kimseye işkence ve
kötü muamele yapılamayacağını güvence altına alır. Ayrıca, Türk Ceza Kanunu (TCK), cinsel saldırı
ve tecavüz suçlarını açıkça düzenlemekte ve bu suçların kamu görevlileri tarafından işlenmesi
durumunda cezaların ağırlaştırılmasını öngörmektedir.
15 Temmuz sonrası dönemde yaşanan insan hakları ihlalleri, TCK Madde 102 (Cinsel Saldırı) ve
Madde 94 (İşkence) kapsamında değerlendirilmesi gereken ağır suçlardır. Özellikle kamu
görevlilerinin, gözaltındaki kadınlara cinsel saldırıda bulunmaları, hem Türkiye Anayasası hem de
uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle çelişen ağır bir insan hakları ihlalidir.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme
(UNCAT) gibi uluslararası sözleşmelerle işkenceyi kesin şekilde yasaklamış ve bu tür ihlalleri
önleme yükümlülüğünü üstlenmiştir. Ancak, 15 Temmuz sonrası süreçte bu yükümlülüklerin
yerine getirilmediği, birçok uluslararası raporla belgelenmiştir.
Adaletin Tesisi ve Cezasızlık Sorunu
Türkiye’de işkence, kötü muamele ve cinsel şiddet gibi ağır insan hakları ihlallerinin cezasız
kalması, yalnızca mağdurlar için değil, toplumsal barış ve hukukun üstünlüğü açısından da ciddi
sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle 15 Temmuz sonrası süreçte gözaltında ve cezaevlerinde
bulunan kişilere yönelik işkence ve cinsel şiddet iddiaları gündeme gelmiş, ancak bu iddialar
karşısında yeterli ve etkin soruşturmalar yürütülmemiştir. Bu durum, sorumlu kamu
görevlilerinin yargı önünde hesap vermemesine ve cezasız kalmasına yol açmaktadır.
Cezasızlık, mağdurların hak arayışlarını sonuçsuz bırakarak toplumda güvensizlik yaratmaktadır.
Ayrıca hukuk sistemine ve adalet mekanizmasına olan güveni zedelemekte, devletin
meşruiyetine ve insan haklarına saygılı bir yönetim anlayışına gölge düşürmektedir. Özellikle
kamu görevlilerinin işledikleri suçlar karşısında hesap vermemeleri, hukuk sisteminin
tarafsızlığına dair şüpheler yaratmakta ve hukukun üstünlüğü ilkesine zarar vermektedir. Ağır
suçların cezasız kalması, bu suçların tekrarlanma riskini artırmakta ve sistematik hale gelme
ihtimalini güçlendirmektedir.
Bir devletin hukuk devleti olup olmadığının en temel göstergelerinden biri, kamu görevlilerinin
işledikleri suçlar karşısında hesap verebilirliğinin sağlanmasıdır. Adil yargılama süreçlerinin
işletilmesi ve suçluların hukuk önünde eşit şekilde yargılanması, hukukun üstünlüğünün
vazgeçilmez gereğidir. Ancak Türkiye’de güvenlik güçleri ve cezaevi personelinin işlediği iddia
edilen suçlar yeterince araştırılmamakta ve bu kişilere yönelik bir dokunulmazlık zırhı olduğu
izlenimi oluşmaktadır. Bu durum, adaletin sağlanacağına dair güveni ciddi şekilde zedelemekte
ve cezasızlık kültürünü pekiştirmektedir.
Sorunun çözümü için bağımsız ve tarafsız bir yargı sisteminin inşası ve uluslararası insan hakları
normlarına uygun hareket edilmesi gerekmektedir. Yargı bağımsızlığının zayıflaması ve siyasi
baskıların artması, özellikle kamu görevlilerinin işlediği suçlar karşısında yargı süreçlerinin
gerektiği gibi işlemesini engellemekte ve bu suçların üstünün örtülmesine yol açmaktadır.
Adaletin sağlanması, cezasızlık kültürünün sona erdirilmesi, yalnızca mağdurların hakları
açısından değil, toplumsal barış ve Türkiye’nin uluslararası itibarı açısından da büyük önem
taşımaktadır
Uluslararası Kuruluşların Tepkisi ve Sivil Toplumun Rolü
15 Temmuz sonrası Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri, uluslararası kamuoyunda geniş
yankı uyandırmıştır. Özellikle kadınlara yönelik cinsel şiddet iddiaları, Uluslararası Af Örgütü
(Amnesty International) ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) gibi insan hakları kuruluşları
tarafından sıkça gündeme getirilmiştir. Bu raporlar, OHAL döneminde kadınların maruz kaldığı
işkence ve cinsel şiddet vakalarını detaylı şekilde belgelemiştir.
Bu noktada sivil toplumun ve insan hakları savunucularının rolü kritik önem taşımaktadır.
Gözaltındaki kadınların haklarının korunması, cinsel şiddet mağdurlarının adalete erişimlerinin
sağlanması ve bu tür vakaların bağımsız yargı organları tarafından etkin bir şekilde
soruşturulması, sivil toplum kuruluşlarının çabalarıyla mümkün olabilmektedir.
Ancak, Finlandiya Göçmen Bürosu’nun yayınladığı rapor tarihinden bu yana, Türkiye’deki sivil
toplum kuruluşları, kadın hakları dernekleri ve toplumun çeşitli kesimleri tarafından bu ihlaller
yeterli düzeyde dile getirilmemiştir
İnsan Hakları İhlallerinin Uluslararası Boyutu
Finlandiya Göçmenlik Bürosu’nun raporu, yalnızca Türkiye’nin iç siyaseti ve insan hakları sicili
üzerinde değil, aynı zamanda uluslararası toplum nezdinde Türkiye’ye yönelik siyasi yaklaşımlar
üzerinde de etkili olmuştur. Özellikle Avrupa Birliği ve diğer Batılı ülkeler, bu tür raporları dikkate
alarak Türkiye ile ilişkilerini insan hakları normlarına dayalı bir çerçevede şekillendirme baskısı
altında kalmaktadır.
Finlandiya Göçmenlik Bürosu’nun raporu, uluslararası hukuk normları açısından büyük önem
taşımaktadır. Türkiye’nin 15 Temmuz sonrası süreçte yaşadığı siyasi dönüşüm, insan hakları
alanında ciddi sorunlar yaratmış ve bu durum uluslararası toplumun dikkatini çekmiştir. Özellikle
Gülen Hareketi mensuplarına yönelik baskılar, işkence, cinsel şiddet ve kötü muamele iddiaları,
Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine aykırı hareket ettiğini göstermektedir. Raporda
vurgulanan insan hakları ihlalleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da ele
alınabilecek boyuttadır.
Kadınlara Yönelik Cinsel Şiddetin Psikolojik Boyutları
Gözaltında cinsel saldırıya uğrayan kadınlar, yalnızca fiziksel şiddetle değil, derin psikolojik
travmalarla da karşı karşıya kalmaktadır. Tecavüz, kadının bedeni ve kimliği üzerinden yapılan bir
işkence türü olarak, mağdurlar üzerinde uzun vadeli psikolojik ve toplumsal etkiler bırakır. 15
Temmuz sonrası süreçte gözaltındaki kadınlara yönelik cinsel şiddet vakaları, bu kadınların
devletin baskıcı politikaları altında ezildiklerini ortaya koymaktadır.
Bu tür saldırılar, kadınların toplumsal hayata katılımlarını, özgüvenlerini ve sağlıklarını ciddi
şekilde etkileyerek onların yaşamlarını derinden sarsmaktadır. Özellikle gözaltında tecavüze
uğradığı ve hamile kaldığı iddia edilen 12 kadın vakası, bu travmanın boyutlarını daha da
ağırlaştırmaktadır. Mağdurlar, yalnızca fiziksel zararlar görmemekte, aynı zamanda toplumsal
baskı ve dışlanma ile karşı karşıya kalmakta ve bu durum adalet arayışlarını zorlaştırmaktadır.
Gözaltında veya cezaevinde cinsel şiddet ve işkenceye maruz kalan kişiler, yalnızca bireysel
travmalar yaşamazlar aynı zamanda bu tür deneyimler, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirerek
adalet sistemine olan güveni zedelemektedir. Özellikle cinsel şiddet ve tecavüz vakaları,
mağdurların uzun vadeli psikolojik etkilerle başa çıkmak zorunda kalmalarına yol açabilmektedir
Sonuç olarak;
Cinsel şiddet ve işkence gibi ağır insan hakları ihlalleri, yalnızca bireylerin temel haklarına yönelik
bir saldırı değil, aynı zamanda toplumun adalet ve güvenlik duygusuna büyük bir darbe
vurmaktadır. Türkiye’de, özellikle gözaltındaki kadınlara yönelik cinsel şiddet ve tecavüz
iddialarının etkin bir şekilde soruşturulmaması ve faillerin yargılanmaması, insan hakları ve
hukukun üstünlüğü açısından ciddi bir krizin varlığını göstermektedir. Bu tür ihlaller, yalnızca
mağdurlara kalıcı fiziksel ve psikolojik zararlar vermekle kalmaz, aynı zamanda adalet sistemine
olan toplumsal güveni zedeler.
Haziran 2024 tarihli Finlandiya Göçmenlik Bürosu’nun raporu, özellikle cinsel şiddet, işkence
ve kötü muamele iddialarına dikkat çekmektedir. Bu tür suçların cezasız kalması, Türkiye’nin
uluslararası insan hakları normlarına uyum sağlama konusunda yetersiz kaldığını ve devletin
insan haklarına bağlılığının sorgulandığını ortaya koymaktadır. Cezasızlık kültürü, hukuk
devletinin temel işlevlerini zayıflatırken, mağdurların adalete erişimini engelleyerek toplumsal
barışı da tehlikeye sokmaktadır.
Gözaltında veya cezaevlerinde bulunan kadınlara yönelik tecavüz iddialarının yeterince
incelenmemesi, Türkiye’nin insan hakları sicilinde derin yaralar açmıştır. 12 kadının tecavüz
sonucu hamile kaldığı iddiaları, bu sürecin vahametini gözler önüne sermektedir. Bu durum,
sadece bireysel bir travma yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda kadınların temel haklarına
yönelik ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Kadınlara yönelik bu tür saldırıların cezasız kalması,
kadın hakları mücadelesinde geri adım atıldığına dair kaygıları artırmaktadır
Türkiye’nin insan hakları ihlalleriyle etkin bir şekilde mücadele etmesi, hem ulusal hem de
uluslararası düzeyde saygınlığını koruyabilmesi için gereklidir. Gözaltında yaşanan cinsel şiddet
ve işkence vakalarının etkin şekilde soruşturulması, faillerin yargı önüne çıkarılması ve
mağdurların adalete erişimlerinin sağlanması, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygının
tesisi açısından hayati önem taşımaktadır. Türkiye, bu ihlalleri önleyecek ve sorumluları
cezalandıracak güçlü mekanizmalar geliştirmek zorundadır. Ancak bu şekilde toplumda adalet
duygusu yeniden sağlanabilir ve insan haklarına dayalı bir hukuk devleti olma hedefi
gerçekleştirilebilir
Ululararası insan hakları kuruluşları tarafından konuyla alakalı yayınlanmış raporlar:
– Finlandiya Göçmenlik Bürosu’nun 2024 tarihli raporu (İngilizce): [Rapora Erişmek için
Tıklayın](https://acrobat.adobe.com/id/urn:aaid:sc:EU:cdc8387c-0eef-4496-a333-
d7d5fe396b02?viewer%21megaVerb=group-discover)
– Uluslararası Af Örgütü’nün 2019 tarihli raporu: [Rapora Erişmek için
Tıklayın](https://www.amnesty.org.tr/public/uploads/files/Rapor/Evrensel-Periyodik-İnceleme-
2019_TR.pdf)
– İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 2017 tarihli raporu: [Rapora Erişmek için
Tıklayın](https://www.hrw.org/sites/default/files/report_pdf/turkey1017tu_web.pdf)