Lawyers In Exile

Hakim Ramazan Güzel (2) : OHAL ilanını gerektiren sebeplerin hepsi kurmacadır!

15 Temmuz sürecinden hemen sonra yapılan yakalama ve gözaltı uygulamalarında ciddi işkence ve kötü muamele iddiaları gündeme geldi. Basına ve sosyal medyaya yansıyan haberler ve görüntülerden de az çok olayın vehametini görülebiliyor. Gözaltında ve daha sonra cezaevlerinde hayatlarını kaybedenler de oldu. Bu vefatların bir kısmı da kayıtlara intihar olarak geçti. Ve yine, gün ortasında adam kaçırmalar da yıllar sonra tekrar gündeme geldi. Hakeza, yurtdışında MİT tarafından kaçırılıp Türkiye’ye getirilen insanlar oldu. Tüm bu yaşananların hukuksuz olduğu değişik kesimlerden hukukçular ve insan hakları aktivistleri tarafından söylenmesine, ayrıca AB ve BM gibi kurumların bu yaşananların hukuksuz olduğuna dair hazırladıkları raporlara rağmen nasıl oluyor da bu tür hukuksuzluklar yapılabiliyor/ yaptırılabiliyor?

Bütün bu hukuksuzlar nasıl oluyor da yapılabiliyor.. nasıl oluyor da bütün bu tepkilere rağmen bu hukusuzluklar devam edebiliyor? Evet, bu durum herkesin hayretine mucip haller. Herkes aynı soruyu soruyor.

Kimsenin öngöremediği şeylerdi bu yaşananlar. Bu hükümetin, bu muktedirlerin bu kadar ileri gidebileceğini sanırım kimse öngörememişti. Bu zulmün sahipleri, devrin zalimleri bile bu kadar ileriye gidebileceklerini, bu noktaya varmak zorunda kalacaklarını öngörememişlerdi sanırım.

Ahmet Altan’ın müthiş bir tespiti var. Bu zulüm sahiplerini “Amok koşucularına” benzetmişti; bu çıldırmışlık haliyle öldürmeye, yıkmaya devam edeceklerini, en son kendilerini de yok ederek bu süreci ancak bitirebileceklerini ifade etmişti Altan, bir televizyon programında. Bu süreç ancak bu kadar net ortaya konulabilir!

Bir cürm-ü meşhud, suçüstü yakalanma psikolojisi hali.. Bir suçtan kaçarken yolda daha büyük suçlar işleme, daha fazla, daha fazla derken artık kaybedecek bir şeyi kalmayınca ölümüne bir bayıraşağı gidiş. Amerikan reality programlarında görülüyor ya hani, polis kamerası kayıtlarındaki gibi; basit bir ihlalden dolayı polisten kaçarken yolda çok daha büyük suçlar işleme ve sonrasında harakiri gibi atraksiyonlar… Bildiğiniz GTA oyunu içindeyiz.

Kurdukları farazi, idealize edilmiş bir illüzyon vardı; dürüst, dindar, haram yemez vs… bu imajla bütün müslümanların temsilcisi olma, İslam aleminin lideri, hatta halifesi olma vs.. Burada ezoterik bazı sanılar, yanılsamalar da vardı tabii ki, bu gidişatta. Bu imajla –adeta bir Osmanlı soyu gibi- nesiller boyu bir iktidar ve saltanat ummuşlardı. 28 Şubatçıların “Bin yıllık sürecek” dedikleri sulta hayalleri gibi…

Fakat 17/25 Yolsuzluk Operasyonu bu illüzyonu bozmuş ve bu hayal sahiplerini çok öfkendirmişti. Bu operasyonları yapanların Cemaat’e yakın bazı kimseler olduğu düşüncesi ve önkabulü ki, bu hayal sahiplerini Cemaat’e karşı ölümüne bir nefrete sürükledi, kanaatimce..

Bu operasyondan sonra, bunu kapatmak için çok daha büyük hukuksuzluklar yaptılar.. o da beraberinde bazı komplikasyonlar getirdi, onları bertaraf için de çok çok daha büyük suçlara bulaştılar.. Sonra bütün bunları bastırmak için kontollü bir “Allahın lütfu!” darbe yaptırdılar ve bütün sistemin şalterini indirdiler. Bu dönemde işledikleri suçlar ise, bütün Cumhuriyet tarihi boyunca işlenmiş suçlardan ve günahlardan kat kat daha fazladır.

Peki, bu AB, BM vs. niye sadece rapor vermekle yetiniyor, daha ötesine gidip de yaşanan bu hukuksuzluklara dur diyemiyor derseniz:
Öncelikli sebep, ikiyüzlülük, vurdumduymazlık hali. Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkede müslüman bilinen bir iktidar, bir müslüman topluluğa karşı soykırıma varan şeyler yapıyormuş.. kimin umurunda, “yesinler birbirini” düşüncesi! Ne zaman ki işin ucu artık Avrupa’ya ve çevre ülkelere de değmeye başladı o zaman bir kıbırdanmalar başladı.

İşin diğer bir boyutu; menfaat çatışması ve korku.. İhracımdan hemen sonra Avrupa’ya geçtiğimde Avrupa Parlamentosu’na gidip soluğum yettiğince bağırmak, anlatmak istemiştim o dönem Türkiye’de yaşananları, oradaki Avrupalı gazetelere de konuşurum, diyordum. Avrupa’yı çok iyi bilen bir uzman şöyle demişti:
“Kendini bu ara yorma, derim. Bu aralar Erdoğan buraları ziyaret edecek ve göreceksin onu kırmızı halılarda karşılayacaklar, sırf onun şerrinden emin olmak için. Çünkü onun elinde 3 milyonluk Suriyeli sığınmacı kozu var ve bunu sonuna kadar pervasızca kullanacak. Senin bütün anlatacakların ise belki de sadece bir Türkiye raporunda bir madde olarak geçip gidecek.. En iyisi sen git bir dolaş, kendine gel.”

Orada fırsat bulsam benim gibi daha muhalif görülen 5 bin hâkim savcının atılacağını, Türkiye’deki yargının tamamen işlevsiz hale getirilip hukukun iptal olacağını, bunun da çok çeşitli komplikasyonları olacağını, belli verilerle ve yaşanmışlıklarla anlatacaktım. Olmadı.

Sonra, geniş bir zamanda oturdum ve Avrupalı, uluslararası hukuk kuruluşlarına çeşitli raporlar, mektuplar yazdım, kendi yaşadıklarımdan ve izlenimlerimden yola çıkarak… bana özetle şöyle cevaplar geldiydi, ezile büzüle:
“Evet, yaşadıklarını, dediklerini çok iyi anlıyoruz, hak veriyoruz.. ama elimizden ne gelir ki!”

Bazıları konuyla ilgileneceklerini söylemişlerdi. Sanırım bunu iktidara sordular. Onlar da anladığım kadarıyla bu parça parça işten atmaları, yargının içini boşaltmayı ertelemiş ve 15 Temmuz (çakma) Darbesiyle toptan işi halletmişlerdi.

Evet, bizim olduğu kadar Avrupa’nın da dünyanın da gördüğü bir şey var ki, o da:
Karşımızda hiçbir kırmızı çizgisi olmayan, kendi çıkarı için herşeyi yapabilecek olan, Makyavel’den daha Makyevelist bir insan ve adamları var. O yüzden de alabildiğine onunla karşı karşıya gelmek istemiyorlar. Bir yakını BM’e sığınan ama BM’nin kormaktan aciz kaldığı birisi bana şunu anlatmıştı: Bu konu hakkında yardım istediği BM yetkilisi, şu an Türkiye ile bir ilişkileri olduğunu, orada birçok sığınmacılar olduğunu ve bu pozisyonlarının zora girmesinden çekindiklerini söylemiş. BM’nin bile içinde bulunduğu çıkmaz ve acziyet durumu özetliyor.

Evet, karşımızda Türkiye gibi büyük bir potansiyeli olan devletin bütün güçlerini ve imkânlarını ele geçirmiş birisi var ve bu şahıs bazen küçük bir şey için bile bütün imkânları ortaya dökebiliyor. Yeri geliyor ihale vb. teklif ediyor, yeri geliyor tehdit ediyor, şantaj yapıyor, yeri geliyor en basit bir mafya liderinin bile tevessül edemeyeceği rehin alma yollarına başvurabiliyor.

Dedim ya, neticede çok da hayrı istenmeyen bir devlet, kendi birikimlerini heba ediyor, yetişmiş bir halk kitlesini yok ediyor; kimin umurunda?! Bu süreçte evet, Türkiye büyük kan kaybetti. Ama Batı dünyası, Avrupa vb. de yıllardır biriktirdiği soft power’ını aşındırdı, inandırıcılığını büyük oranda kaybetti.

Anayasa Mahkemesi, OHAL dönemi sürdüğü müddetçe KHK’larla ilgili bir işlem yapmayacağını ilân etti. Peki, OHAL dönemi biterse, bu süreçte çıkarılan KHK’lar hem içerdiği yasalar hem de işten atmalar olarak AYM’ye götürülebilecek mi? Şu anki uygulamaların ‘geri döndürülme’ imkânı var mı? Mağduriyetler giderilebilecek mi? Gasıplar iade edilebilecek mi?

Hemen baştan diyeyim ki; ülkenin başında Cumhurbaşkanı seçilme vasıflarına haiz olmayan birisi var, diplomasız birisi. Dolayısıyla da yapmış olduğu ve yapacağı her icraat ve işlem yok hükmündedir. Hepsi geri alınmalıdır.

Diğer mesele; OHAL ilanını gerektiren sebeplerin hepsi kurmacadır, başta da “15 Temmuz” aldatmacası. Dayanağı olmadan yaptıkları bu işlemlerin de geçerliliği yoktur.

Hukukta kanunilik esastır, o dönem suç olmayan bir şey için sonradan insanlar suçlanamaz, geriye doğru uygulanamaz. Bir dönem kanunda yasaklayıcı bir hüküm olmadığı halde; bir insan bir bankaya üye oldu diye, telefonuna bir app yükledi diye, bir derneğe üye oldu diye vs. Sonradan suçlanamaz, bunlara dayanadırılarak insanlara suç isnat edilemez, bunlara dayandırılarak yapılan bütün işlemler de yersiz ve hükümsüzdür.

Bu çakma darbe bahane edilerek Anayasa’nın 121. Maddesi uyarınca bir dizi KHK’lar çıkarılıyor, yetki konusunda da 91. Maddeye atıf var. Tamam, eyvallah. Ama bir de Anayasa’nın 90. Maddesi var. Bu maddenin son fıkrası:
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” der. Ayrıca devamında:
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” denilmektedir. Ve şu ana kadar çıkarılan KHK’ların hepsi uluslararası andlaşmalarda geçen bütün temel hakları ihlal etmektedir ve geçersizdir.

Ayrıca çıkarılacak KHK’llarda Anayasa’nın m.15/2 ve AİHS m.15/2’ye göre de öngörülen temel hak ve özgürlüklere bağlı kalma ve “hukuk devleti” ilkesini ihlal etmeme şartı vardır. Bu kapsamı aşan düzenlemeler de hükümsüzdür. Hukuk geldiğinde hepsi geri dönecektir.

Ha derseniz, “Bu adamlar Anayasa’ya da saygı duymadıklarını, kabul etmediklerini deklera ettiler, ne uluslararası hukuk, anlaşma filan diyorsun?” Evet, şimdi öyle, şu an hiç bir kanun iradesini tanımıyorlar, ulusal yasaları da, uluslararası yasaları da. Hatta Yaratıcı’nın gönderdiği kuralları bile askıya aldılar, kiralık bir fetva eminleri var, her keyiflerine uygun fetva çıkarıyor: “Yolsuzluk, hırsızlık, gasp.. ne isterseniz yapabilirsiniz, cevaz veriyorum” diyor, onlar da gönül huzuruyla eşkiyalıklarına devam ediyorlar.

Hukuk, suyun med-cezir hareketleri gibidir ve kimin av olacağına da suyun seviyesi karar verir. Su çekilince balıklar böceklere yem olur, su tekrar geldiğinde ise böcekler balıklara yem olur. Tek mesele, ülkeye tekrar hukuk gelmesi.
Tek mesele bu diyoruz da, asıl mesele de şu:

Adamlar öyle büyük bir yıkım faaliyeti içerisinde ki, kısa zaman içerisinde ortada ülke diye bir şey bırakmayabilirler. O zaman, haklar nereden alınır? Osmanlı yıkıldığında da borçlar ve sorumluluklar yeni devlete intikal etmişti. Burada da öyle yaparlar sanırım.

Şu an Türkiye’de yargılamanın savunma ayağının çökertildiğine dair ciddi iddialar sözkonusu. Yukarıda da belirttiğim gibi, çok sayıda avukat hapiste ya da firari. Savunmasız veya avukat tutacak parası olmayan mağdurlara bu süreçte neler yapmalarını tavsiye edersiniz? Türkiye’de ya da dünyada haklarını arama adına başvurulabilecek ne gibi merciler bulunuyor? Bu noktada yardımcı olabilecek insan hakları kuruluşları ya da hukuk dernekleri var mıdır?

Türkiye’de yargı, bağımsızlığını yitirip hükümetin en etkili silahı haline gelmiştir. Sözde bağımsız ve tarafsız hakim ve savcılar, ironik bir şekilde birbirinden habersiz, ülkenin farklı farklı noktasında aynı anda benzer hukuksuzlukları hep birlikte başlatıp yürütebilmektedirler..
Yargılama makamlarınca, savunma hakkının yoğun saldırıya maruz kaldığını gözlemlemekteyiz. Hakimlerin, savcılık makamını dahi işgal edip bizzat ithamda bulunmaktan çekinmedikleri görülmektedir.

İnsanlar avukatları ile görüştürülmemektedir. Zaten avukat ile görüşmelerde de kamera kaydı yapılmakta ve görüşme esnasında memur bulundurulmaktadır. Hatta avukat görüşünde belge –kağıt -kalem bulundurulmamakta ve not alınmasına izin dahi verilmemektedir.

Burada en büyük sıkıntı, savunmaya yardım edecek gerçek avukatların piyasada olmamasıdır. (Çoğu ya hapiste, ya da kaçak hayatı yaşıyor şu an.) Savunmaya yardım edecek gerçek avukatlar bulunamayınca, hukuku bilmeyen şüpheli veya sanıklar rahatlıkla yanlış yönlendirilmekte, gayri hukuku vaatlerle aldatılmaktadır. Savunmaya yardım edecek gerçek avukatlar ise tutuklanma/soruşturma geçirme korkusuyla dosya alamamaktadır.

Gerçek avukatlar yerine, akredite bazı avukatlar savcılık ve kollukla işbirliği içerisinde çalışarak, ileride savunmayı zor duruma sokacak sözde itiraflara/ iftiralara insanları zorlamaktadırlar. (Kolluğun, Savcılığın veya mahkemenin atadığı da dahil tüm avukatların yönlendirmesini bu bağlamda değerlendirmelidir.)
Bu noktada bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum:

Her soruya cevap verme ve açıklama yapma zorunluluğu olmadığı bilinmelidir. Lüzum hissedilirse, nasıl olsa eksik kalan hususta yeniden beyanda bulunulabileceği gibi, dilekçe ile dahi sonradan eksiklik giderilebilir. Ancak aceleye getirilmiş ve akıl süzgecinden geçmemiş bir ifadenin sonradan düzeltilmesi mümkün olamamaktadır.

Yanlış bir ifade yerine, “Bilmiyorum, hatırlamıyorum, susma hakkımı kullanıyorum….“ gibi ifade vermekten çekinmemelidir. Ya da “bilgi ve belgeyi incelemediği için savunmanın hazır olmadığını” söylenebilir. Aynı şekilde, “dosyasını incelemeden ifade vermeyeceğini” söylemek de uygun olabilir.

Hatırlatıyorum; avukat, polis veya savcının vaatlerine, telkin ve tavsiyelerine kesinlikle itimat etmemeli, akıl süzgecinden geçirmeden acele ifade verip, ileride kendini bağlayacak ifadeye imza atmamalıdır. Dediğimiz gibi, eksik ifade tamamlanabilir ama lüzumsuz ifadeniz hep önünüze konacaktır.

Har arama mercilerine gelince:
Hak arama mercii elbette var, ama gelinen aşamada tamamen işlevsizdir. Arama, el koyma veya tutuklama kararlarına yönelik yapılan hiçbir itiraz kabul edilebilmiş değildir.

Anayasa Mahkemesi kararlarının tanınmadığı bir ülkeden söz ediyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ise önündeki tek bir dosyaya dahi karar vermediğini, topa girmek istemediğini görmekteyiz.

Bugün itibariyle Anayasa Mahkemesi dahil tüm mahkemelerin lehe hiçbir karar vermeyeceği bilinse bile, ileride bu kararların en son AHİM incelemesinden geçeceği ve AİHM’de lehe karar alınacağından emin olunmalıdır. Her türlü karara yönelik itiraz hakkı sonuna kadar kullanmalıdır. Mesela tutukluluk kararına yönelik itirazın reddinde olduğu gibi tebliğden itibaren AYM’ye bireysel başvuruda bulunmalıdır.

Yine cezaevi uygulamalarına yönelik her türlü itiraz infaz, hakimliklerine yapılmalı ve infaz hakimliği kararına yönelik ağır ceza mahkemesine itiraz edilmeli, itirazın reddinden sonra 30 gün içinde AYM ye gidilmelidir.

İtiraz etmekten çekinmemeli ve AYM’ye başvuru süresi kaçırılmamalıdır. AYM karar vermeyeceği için uygun bir zaman sonra AİHM’e başvurmalıdır. AYM kararından sonra 4 ay içerisinde AİHM’e başvuruda bulunmalıdır.

BM, Uluslararası Af Örgütü’ne de “haksız tutukluluk”, “işkence” gibi konularda gidilebilir.
AHİM; -işkence, eziyet hariç- tutukluluk ile ilgili tedbir taleplerini reddetmektedir.
..
‘The Arrested Lawyers Initiative’in raporlarına göre, 21 Temmuz’da OHAL’in ilan edildiği gün, avukatlara yönelik operasyonlar başladı. Önce Manisa ve Konya ve devam eden süreçte 81 ilin 78’inde avukatlara toplu gözaltılar yapıldı.

Şu ana dek, 141 avukat uzun süreli hapis cezaları aldı ve 540 avukat tutuklandı ve hakkında soruşturma olan 1500 avukat sırasını beklemekte. Bu gözaltı ve tutuklama kampanyası savunma hakkı üzerinde İngilizce tabirle ciddi bir “chilling effect” soldurucu etki oluşturdu. Kimse, diğer avukatlar, OHAL soruşturmaları mağdurlarının savunmasını üstlenmek istemiyor. Zaten işten atılan, malvarlıkları dondurulan bu kişilerin avukatlık ücreti ödeyebilecek varlıkları da yok. Savunma görevi barolar tarafından görevlendirilen ücretsiz avukatlara kalmış durumda, onların da ya yeterli tecrübesi ya da motivasyonu yok.

Mağdurlar buna rağmen pes etmemeli, Anayasal haklarını sonuna kadar zorlamalıdır, herkes kendi avukatı kendisi olmalıdır. TR’de halen cesaretle çalışan İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Af Örgütü, Türk Tabipler Birliği gibi kurumlara özellikle işkence mağdurları başvurmalı ve yardım istemeli. Ayrıca https://t.co/7MzGDfz3OZ, ‘savunma hakkı’, ‘the others’ gibi sivil inisiyatiflerin sosyal medya hesaplarından ve web sitelerinden hukuki yardıma ulaşabilirler.
Bu bahsi kapatmadan önce bütün hukukçulara bir çağrıda bulunmak istiyorum:

Avukatlar, hakimler, savcılar, hukuk mezunu herkesi adeta bir seferberliğe çağırıyorum. Hukuk ve adaletin ayaklar altına alındığı, bizzat hukuk adamlarınca hukuk katliamının yaşandığı Türkiye’de insanlar derdini anlatacak, yardım isteyecek bir hukukçu bulamamaktadır. Belki çoğunuz şu an işinizi yapamıyorsunuz, belki çoğunuz hapistesiniz, ya da saklanmak, çok uzaklara gitmek zorunda kaldınız. Ama herkes bulunduğu yerden muhtaç insanlara yardım edebilir. Bu; ya ihtiyaç sahibi insanların sorularına sosyal medya ortamında cevap verme şeklinde olabilir, ya da youtube videoları, blog sayfaları vb ile insanları genel konularda bilgilendirme şeklinde olabilir. İlk aklıma gelebilenler bunlar; zira şahsen bu yollarla bir şeyler yapmaya başladım, kendi imkanlarım nispetince..

Ama daha fazla omza ihtiyaç var. Bu durumu adeta büyük bir doğal felaket sonrasına benzetiyorum. Büyük bir deprem, yangın olmuş; şimdi insanları göçük altından bulup çıkarma, onlara ilk yardımda bulunma gibi.. Bu noktada hukukçulara çok ihtiyaç duyuluyor. Umarım, çağrıma kulak veren meslektaşlar olur…
Türkiye’deki mevcut hukuksuzlukların giderilmesi ve ülkenin yeniden hukuk rayına oturtulabilmesi için meslek kuruluşları, ya da uluslararası kuruluşlar nezdinde girişimler var mı? Bu girişimler karşılık buluyor mu? Daha neler yapılabilir?

Bir önceki sorunuz içinde kısmen cevap vermeye çalıştım sanırım ama şunu vurgulamak istiyorum ki:
Tüm dünya, yapılan hukuksuzlukların farkında ama sessiz. Uluslararası kuruluşlar; önlerine gelen raporlarla, AİHM’ee veya Uluslararası Af Örgütü’ne yapılan müracaatlarla, işkence görenlere ait fotoğraflarla hukukun rafa kaldırıldığının farkındalar.

İç siyasete malzeme yapılacağını bildikleri için belki de, uluslararası kurumlar -başta AHİM de dahil- bu dönem daha da bir sessiz.
Uluslararası kurumlara ve yetkililerine e-posta gibi yollarla müracaat elbette önemli.

Yurtdışına çıkabilen kişilerin Türkiye’de kalan mağdurlara bir vefa belki de namus borcu var, o da onların mağduriyetlerini her platformda anlatmak, onların sesi olabilmek. Ama bunu anlatmanın evrensel standartları var, hikaye, menkıbe anlatmak gibi olmamalı. Teyit edilmiş bilgiler, Avrupalı bir tarzda ifade edilmeli. Elde edilen veriler, atıf yapılabilir bilgiye dönüştürülüp raporlaştırılmalı.

Ayrıca bu konuda mesleki dayanışma çok önemli, mesela ihraç edilen 40 bin öğretmen var, Avrupa ve dünyadaki öğretmen sendikalarına gidilmeli mesleki dayanışma talep edilmeli, akademisyenler, doktorlar aynı şekilde çalışmalı.

Görebildiğim kadarıyla gazeteci, avukat ve hakim/savcılar bunu yapıyor. Türkiye’de KHKlar ile 19 sendika kapatıldı, insanların onlara üye olduğu için hapis cezası alıyor, bu sendika yöneticilerinin bu durumu yeterince anlatabildiklerini sanmıyorum, aynı şeklide Bankasya idarecileri de müşterilerine bunu borçlular.
Ama şunu da unutmayalım, Batı Türkiye’yi düzeltemez, TR kendi iç dinamikleri ile düzelmek zorunda, o nedenle Türkiye halkları ile dayanışma ve diyalogu kesmemek, demokratik dayanışmanın yollarını aramak zorundayız.

Evet, hukukun yeniden rayına oturtulması -AHİM gibi kurumların değil- Türk Halkının talebi ile olacak bir husus.
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Bu dönemin mağdurları çok büyük bir kesim ve binlerce, yüzbinlerce işinden, aşından, yurdundan ve yuvasından edilmiş insanlarımız var. Onlardan en büyük ricam; sağlıklarına, akıllarına, ruhlarına, morallerine, maneviyatlarına mukayyet olsunlar. Giden paralar, makamlar, mallar ileride bir şekilde telafi edilir, tekrar hukuk geldiğinde…

Ama bu değerlerini kaybettiklerinde ileride kalıcı kayıplar yaşayabilirler. İleride kendilerini mahcup hale düşürmemeleri adına sakin ve serin kalma ricasında bulunuyorum.

Yavuz Sultan Selim’e ait olduğu söylenen çok sevdiğim bir beyit var ya:
“Gamına gamlanıp, olma mahzun…
Demine demlenip, olma mağrur…
Ne dem baki, ne gam baki! Ya Hû!..”
(Yani bütün dertler de geçici, mutluluklar da geçici.. Bir “O” baki/ kalıcı.)

Bunu da bir abstakt resim olarak çizdim ve her daim bakıp hatırlamak, için başucumda tutuyorum. Bunu size de göstereyim. (Fotoğrafını çektim.) herkesin bir terapisi vardır. Benimkisi bu… Bu hayat maratonunda herkese başarılar diliyorum; en derin saygılarımla, sevgilerimle ve de selamlarımla.
Bu imkanı bana verdiğiniz için de sizlere ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.

Source: 

Read More

Similar Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

HUKUKİ DESTEK- WhatsApp
1