Lawyers In Exile

Tek Kişilik Hücre

Şarkılarını Söylemeye Devam Et!*


“İşte benim hücrem:

Alanı sekiz ayak kare. Dış koridordan bir basamak yüksekteki bir döşeme taşının üstüne diklemesine

yerleştirilmiş dört taş duvar.

Girişte, kapının sağında, bir yataklık çıkıntı var. Üzerine de bir kucak saman atılmış; herhalde yaz

kış bez pantolon ve çadır bezinden bir ceket giyen mahkûmun bu çıkıntının üzerinde yatıp

dinlendiğini, uyuduğunu sanıyorlar…”**

15 Temmuz ve sonrasında gücü tamamen ele geçirmek isteyen iktidar ve ortakları,
hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığını hiçe sayarak OHAL ilan etti. OHAL sürecinde
Türkiye’de yaşanan hak ihlalleri ve hukuksuzluklar, birçok yönüyle 12 Eylül 1980 askeri
darbesinde yaşananlarla benzeşmektedir. 12 Eylül sürecinde olduğu gibi bugün de benzer
yasaklar, tutuklamalar, işkenceler, ayrımcı uygulamalar, uzun süre hücrede tutmalar
devam etmektedir.
 
12 Eylül askeri cunta rejiminin işkence sorgu hücreleri uygulamasının, hukukun askıya
alındığı OHAL rejimindeki karşılığı özel güvenlikli F tipi hücrelerdir. Hücre cezası, genellikle
‘politik’ sebeplerle cezaevine konulan kişiler hakkında keyfi olarak ve haksız bir şekilde
uygulanıyor. Bu hücreler, rejimin düşman olarak gördüğü kişilerin unutulmaya terk edildiği
bir yer oldu/oluyor. Başta 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonlarında görev alan polisler
olmak üzere hakim, savcı, akademisyen, öğretmen, avukat ve çeşitli mesleklerden birçok
insan bu hücrelerde yıllardır haksız cezanın cezasını çekiyor. Ayrıca Kürt siyasi hareketinden birçok aydın, siyasetçi de tek kişilik ya da iki kişilik hücrelerde tutuluyor.
Yıllardır hücrede tutulan bu insanlar hakkında, hücreye koyma bir yana, yasa gereği
tutuklamayı dahi gerektirecek hiçbir eylem isnat edilemiyor. 
 
Hücreye koyma cezası, kişinin diğer insanlarla iletişim kurma ihtiyaç ve özgürlüğünden
mahrum bırakan ağır bir ceza yöntemidir. AKP rejiminin hukuk tanımayan unsurları bu
ceza yöntemini, bugün Türkiye’deki pek çok cezaevinde keyfi olarak uyguluyor. Yıllar
içinde on binlerce kişinin hücre cezasına çarptırıldığı biliniyor. Tek kişilik hücre uygulaması,
yaşayan bir insana uygulanabilecek en büyük insanlık dışı uygulamalardan biri olmasına
ve Anayasa’nın 17.maddesinin; ‘kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan
haysiyeti ile bağdaşmayan bir cezaya ve muameleye tabi tutulamaz’ açık hükmüne
rağmen cezaevi idaresi tarafından alınan basit bir kararla birçok tutuklu ve hükümlü
hakkında uygulanmaktadır.
 
Hücre hapsi, bu küçücük dünyanın içinde tek başına kalmayı gerektiren bir ceza
yöntemidir. İnsanın doğasında olan özgürlük, burada sadece kısıtlı bir alanın içinde
yaşamakla sınırlanmıştır.
 
Hücreye koyma cezasının hükümlü hakkında uygulanmasının insan haklarıyla
bağdaşmadığı ve bu uygulamanın hükümlünün ruhsal ve bedensel olarak zarar görmesine
yol açtığı ve işkencenin bir çeşidi olduğu, hükümlünün hücre cezası gereği, tek kişilik
odada dış dünya teması olmaksızın kalmasının hükümlü üzerinde fiziksel ve ruhsal
sıkıntılara yol açtığı konunun uzmanları tarafından sıkça belirtilmekte, ruhsal etkileri
arasında kaygı, depresyon, umudunu yitirme, ışığa aşırı duyarlılık, paranoyaklık, intihar
eğilimi bulunduğu, fiziksel etkileri arasında ise baş dönmesi, görmede sorunlar, halsiz
hissetme, şiddetli baş ağrıları bulunduğu konusunda ise uyarılarda bulunulmaktadır. 
 
İnsan Onuru 
 Kanundaki tanımına göre hücre cezası, “hükümlünün açık havaya çıkma hakkı saklı
kalmak üzere, geceli ve gündüzlü bir hücrede tek başına tutulması ve her türlü temastan
yoksun bırakılması(CGTİHK 44/1)” olarak tanımlanmıştır. 
 
Hücrenin özellik ve standartları ise İnfaz Tüzüğü 150/3 maddesinde düzenlenmiştir. Bu
maddeye göre “hücre, yaşamsal gereksinmeleri karşılayacak şekilde ve özellikle, bel
hizasında 100×75 cm ebadında penceresi olan ve en az odanın genişliğinde
havalandırması bulunan dokuz veya on metrekare büyüklüğünde, duş ve tuvaleti olacak
şekilde düzenlenir.”
 
Hücrenin ve hücre cezasının kanun ve tüzükteki tanımı bu şekilde. Peki hücreye koyma
cezasının, haksız olarak cezalandırılan kişiye bakan yönü ne? İnsanın onuruna ağır bir
saldırı. Haksız olarak bir tutuklu veya hükümlüyü hücreye koymakla ona karşı insan
onuruyla bağdaşmayan, onur kırıcı ve aşağılayıcı infaz şekli uygulanmış olur. Hükümlünün
disiplin cezası bulunmamasına, kendi isteği olmamasına karşın cezaevi idaresi tarafından
tek kişilik hücrelerde barındırılması insan onuruna aykırı bir barınmayı ortaya
çıkarmaktadır. İnsanın sırf insan olması sebebiyle değerli ve saygıya layık bir varlık olması
şeklinde tanımlanan insan onuru kavramı aynı zamanda anayasal bır kavramdır. Bu
kavram Anayasa’nın başlangıç kısmında ‘…hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme
ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip
olduğu…’ şeklinde vurgulanmıştır. İnsan onuru kavramına, Birleşmiş Milletler İkiz
Sözleşmeleri olarak anılan sözleşmelerden Sivil ve Politik Haklar Sözleşmesi’nde, ‘bizzat
özgürlüğünden mahrum olan bireyleri de gözetecek biçimde’ şeklinde söz edilmiştir.
Düşman olarak görülen kişilerin haksız bir şekilde gözlatına alınıp tutukladıktan sonra yine
haksız olarak hücreye konulması eylemi insanların kişilik haklarına ağır bir saldırıdır
 
Devlet eliyle korunması gereken kişilik hakları bizzat devlet tarafından ihlal ediliyor. İnsan
onurunun devlet tarafından korunması gerektiği bizzat anayasa ile uluslararası hukuksal
metinlerde yüklenmiş olmasına rağmen insan onuru hukuksuz ve keyfi uygulamalarla
zedeleniyor. 
 
OHAL sürecinde uygulamaya konulan KHKlar, bir kesime yönelik toptan hiçe sayma, yok
etme politikası gütmektedir. KHKlar bu yönüyle Hitler Dönemi Nazi Almanya’sında halkın
bir kesimine uygulanan soykırıma benzemektedir. Nazi Almanya’sında yapılan insan
hakları ihlalleri, yetkilerin tek adamda toplanmaması konusunda halka büyük bir ders
olmuştur:
 
‘İnsan hakları konusunda, yaşanan kötü olaylardan ders çıkarıldığı anlaşılan Alman
Anayasası 1. maddesini insan onuru kavramına ayırmıştır. İnsanlığın üstüne bir kabus gibi
çöken ve insanı basit bir araç haline getiren Nazi düzenini yaşayan insanların, bu korkunç
düzenden kurtulur kurtulmaz yaptıkları anayasa ile böyle bir tepki göstermeleri, Hitler
döneminin tüyler ürpertici tecrübelerini yaşamak zorunda kalmamış olan öteki şanslı
insanlar için sürekli hatırda tutulması gereken çok önemli bir mesajdır.'(Öztürk, B. Ve
Erdem, Mustafa Ruhan. Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku.) 
 
Alman Anayasasının 1. maddesinde, “insan onur ve haysiyeti dokunulmazdır, tüm devlet
erki ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür, Alman milleti bu nedenle
dokunulmaz ve devredilmez insan haklarını, yeryüzünde her insan topluluğunun, barışın
ve adaletin temeli olarak kabul eder” denmektedir. 
 
Günde Bir Saat
Hücrede kalan kişi, zamanla yalnızlığın ağırlığını hisseder. İnsanın doğasında olan sosyal
ihtiyaçlar, burada tamamen ihmal edilir. Cezalandırılan kişinin hiçbir ses, hiçbir insan
teması yoktur. Hücrede sadece karanlık ve sessizlik hüküm sürer. 
 
Hücre cezasının birçok olumsuz yönü vardır; hücrenin fiziki olarak darlığı, havasızlığı,
nemi, güneş görmemesi, aile, akraba ve arkadaşlarla ilişkisinin kesilmesi, cezaevinde
bulunan diğer mahkumlarla iletişimin tamamen kesilmesi, havalandırmanın günde bir saat
ile sınırlandırılması… 
 
“Her gün bir saat, 14.00-15.00 arası…
Mahpusta havalandırmaya çıkma saati
Gökyüzünü, özgürlüğü avuçlama süresi
Bir başına 12 adımlık voltaya çıkma süresi
Yeni bilgilerle yaşamın akışına katılma süresi
Bir kuşla, börtü böcekle tanışma süresi
Yaşamın kokusunu alma süresi
Temiz havayla beslenme süresi
Deli rüzgârla, güneşle oynama süresi
Yaşam filmini çekme süresi
Hayatta kalma, dostun elini sıkma süresi
Kendinden başka insan görme süresi
Karşılıklı gülme ve üzülme süresi
Hücre dışında başka şeyler görme süresi 
Yaşadığını anlamayı sağlayan süre
Bütün bunları aynı anda yapacağın süre
23 saatin bunların tersini anlattığı süre
Görülüyor, duyuluyor, anlıyor musun?” 
 
Hücrede yıllarını geçirmiş bir mahkumun kaleme aldığı bu şiir, hücrede şartların ne kadar
ağır olduğunu bir nebze de olsun bizlere hissettiriyor.
 
Sosyal İzolasyon
Tek kişilik hücre hapsinin belki de en acımasız yanı, kişinin hayatının bir döneminde,
insanlık dışı bir şekilde izole edilmesidir. İnsanın en temel ihtiyaçları bile kısıtlanırken,
umutsuzluk ve depresyonun pençesinde kalabilir.
 
Özgürlüğü elinden alınmış hükümlüyü hücreye koymakla onu yalnızlığa mahkum etmiş ve
o şahıs haksız bir şekilde sosyal izolasyona tabi tutulmuş olur. Nitekim tutuklu veya
hükümlünün, ziyaretçi görüşleri, telefon görüşleri, basın-yayın ve televizyon kanallarına
erişimleri engellenerek dış dünyayla bağları ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. 
 
Hükümlünün isteği dışında ve koşulları bulunmamasına karşın tek kişilik odalarda
barındırılmaları hükümlü veya tutuklu bakımından bir süresiz hücre disiplin cezası haline
gelmektedir.
 
 Hükümlünün isteği dışında ve koşulları bulunmamasına karşın tek kişilik odalarda
barındırılmaları hükümlü veya tutuklu bakımından bir süresiz hücre disiplin cezası haline
gelmektedir.
 
 AİHM’ne göre hücreye koyma cezası, yalnızca kısmi tecride yol açan davalarda bile, bir
mahpusa süresiz olarak uygulanamaz ve sadece gerekli usule ilişkin güvencelerle istisnai
olarak karar verildikten ve tüm tedbirler alındıktan sonra haklı ve somut gerekçelere
dayanmalıdır.(AİHM A.T./Estonya Kararı )
 
Öldür ya da Delirt
Cezaevlerinde, infaz yasasına aykırı bir şekilde tek kişilik hücrelerde tutulan çok sayıda
tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Hücreye koyma, kanunda sayılan nedenlerle sınırlıdır.
Yasaya göre;
– Disiplin cezası
– Hükümlü veya tutuklunun kendi isteği, 
– Hükümlü veya tutuklunun tehlikelilik hali veya tehlike altında olması, 
– Suçun önlenmesi, 
– Kanuni zorunluluk dışında tutuklu veya hükümlü tek kişilik hücrelerde
tutulmamalıdır.
 
Bu nedenlerden biri veya birkaçı olmadan keyfi olarak hücreye mahkum etmenin amacı
her ne kadar ‘ıslah ve topluma kazandırma’ gibi görünse de asıl amaç tutuklu/hükümlünün
ölmesi ya da akli dengesini kaybetmesini sağlamaktır. Gerek tek kişilik hücrelerin oluşturduğu tecrit ve gerekse bu hücrelerdeki fiziki koşulların yetersizliği hükümlü ve
tutuklunun cezaevinde sivil ölüme terki sonucunu doğurmaktadır. 
 
Uruguay eski devlet başkanı Jose Mujica ve arkadaşlarının hücre hayatlarını ele alan 12
Yıllık Gece filminin konusu şu şekildedir: 
“Yıl 1973… Uruguay askeri dikta ile yönetilmektedir. Bir sonbahar akşamı gizli bir askeri
operasyonla alınan üç siyasi mahkum için 12 yıl sürecek hücre hapsi başlar. Emir kesindir:
‘Onları öldüremeyeceksek delirtelim.’”
 
Hücrenin sessizliği, küçük ve dar olması, cezanın uzun süreli uygulanması insanın kendi
düşüncelerine boğulmasına neden olabilir. Dünya dışında yaşanan her şeyden kopuk, tek
kişilik hücrede zaman kavramı bile anlamsız hale gelebilir. Bugün Türkiye’de cezaevlerinde
yer alan hücrelerde haksız olarak tutulan sayısı belirsiz tutuklu ya da hükümlüye yapılması
hedeflenen tam da bu; ‘öldür ya da delirt’ 
 
Hücre hapsine mahkum edilen kişilerden kimi yaşamını yitirdi, kimi psikoljik ve ruhsal
sıkıntılar yaşadı, çoğu da akıl sağlığını ve umudunu koruyarak hücreden çıkmaya
çalıştı/çalışıyor. İşte hücre zulmüne maruz bırakılanlardan sadece birkaçı:
 
-KHK’lı öğretmen Muzaffer Özcengiz, sağlığının elverişsiz olması nedeniyle cezaevi
idaresinden çoklu koğuş talebi reddedildi ve Çorum Cezaevi’nde kaldığı tek kişilik hücrede
yaşamını yitirdiği, talebi:“Yaşam şartlarım her geçen gün iyice kötüleşmekte ve ben kötüye
doğru gitmekteyim. Yaşam hakkımın elimden alınmamasını, iyileştirilmesi için çoklu
koğuşa alınmamı insaniyet namına talep ediyorum.” 
 
-15 Temmuz 2016 tarihinden iki gün sonra gözaltına alınan HSYK eski üyesi hakim
Teoman Gökçe, 16 ay tek kişilik hücrede kaldı. Kalbinde bir sorun olduğu fark edilmişti
ancak tedavisi ihmal edildi ve kaldığı hücrede öldü.
 
-KHK’lı eski polis memuru Mustafa Kabakçıoğlu’nun Gümüşhane Cezaevi’nde tek kişilik bir
hücrede plastik sandalye üzerinde hayatını kaybetti.
 
 -Hakimlik mesleğini icra ederken gözaltına alınan Ayşe Neşe Gül, gerekçesiz isnatlarla 80
aydır tutuklu ve 80 aydır hücrede…
 
 -15 Temmuz öncesinde tutuklanan ve sözde yargılamalar sonrası 10 yıl hapis cezasına
çarptırılan Avukat Turan Canpolat, yatarını tamamlamasına rağmen tahliye edilmiyor. 7
yıldır tutuklu ve 3 yıldır hücrede kalan Turan Canpolat’a gözlem kurulunun ‘iyi halli’
raporuna rağmen denetimli serbestlik hakkı verilmiyor.
 
 -Gazeteci Mehmet Baransu, tamamen gazetecilik faaliyetlerinden dolayı 7 yıldır hukuksuz
bir şekilde hücrede tutuluyor…
 
 -Masum insanlara yapılan zulmü görmezden gelmeyip sesini yükselten Alparslan Kuytul
Hoca, bunun bedelini, 9 Mayıs 2022 tarihinden beri yani 1 yıldır bir hücrede tek başına
kalarak ödüyor.
 
 -Hakim Nevim Erdem 5 yıl tek kişilik hücrede kaldı. Hücredeyken oğluna yazdığı mektupta,
hepimiz için büyük bir ümit kaynağı olacak ifadelere yer vermişti:
“Sen değil miydin, küçükken uyku saatinde yatağa girdiğinde önce şarkı söylememi isteyip,
bir süre söyledikten sonra ise “Anne yeter, uyuyacağım” diyen! Peki sen böyle dediğinde ben susar mıydım? Tabii ki hayır, mırıldanarak da olsa şarkılarımı söylemeye devam
ederdim, uyuyuncaya kadar sana dinletirdim. Şimdi de öyle. Beni bir hücreye koydular
diye, susar mı sandın? Ne yapar ne eder o sesi sana ulaştırırım…”
 
 *Hakim Nevin Erdem’in cezaevinde kaldığı hücreden oğluna yazdığı mektuptan, **Victor
Hugo’nun Bir İdam Mahkumunun Son Günü isimli romanından.
 

Similar Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

HUKUKİ DESTEK- WhatsApp
1