Cezaevleri, demir parmaklıkların ardında sadece suçluları değil, bazen masumiyetin en saf hali
olan çocukları da yutar. Türkiye’de, özellikle 15 Temmuz sözde darbe girişimi sonrası ürettikleri
‘FETÖ’ etiketiyle yürütülen soruşturmalar kapsamında “tırı vırı” sebeplerle hapsedilen annelerin
çocukları, bu soğuk duvarların arasında solmaya mahkûm edilmiş çiçekler gibidir. Bu makalede,
o annelerin “tırı vırı” suçlamalarla nasıl hapsedildiğini, çocukların yaşadığı travmayı ve bu
haksızlığın hem uluslararası hukuk hem de ilahi adalet açısından bir zulüm olduğunu bir nebze
de olsa yazmaya çalışacağız. Dileğimiz, bu çiçeklerin solmasına izin vermemek; seslerini
duyurmak ve adaletin kapısını aralamak.
Tırı Vırı Suçlar ve Genişletilmiş Terör Tanımı
Türkiye’de terör suçları, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ile tanımlanır. TMK’nın 1.
maddesine göre, terör “cebir ve şiddet kullanarak”; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya
tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin işleyişini, siyasi, hukuki, sosyal veya ekonomik düzeni değiştirmek,
bozmak, Devletin birliğini bozmak amacıyla işlenen suçlar olarak nitelendirilir. Bu tanım,
başlangıçta şiddet içeren eylemleri hedeflese de, uygulamada o kadar genişletilmiştir ki, günlük
hayatın en masum eylemleri bile –bir sohbete katılmak, bir burs vermek– “terör örgütü üyeliği”
veya “yardım” kapsamına alınmıştır. Hatta 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 2.
maddesinde de şöyle denir: “…amaçlanan suçu işleyen veya amaçlanan suçu işlemese
dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.” Buna göre, birini terörist ilan etmek
çocuk oyuncağıdır: Kermeste börek sattıysan, sen de onlardansın –ve terör suçlususun–
diyebilirler, demişlerdir de. Adeta yasa maddesi, “İstediğini terörist ilan edebilirsin” esnekliğinde
bir kapı aralamış; bu esneklik ise, adil olmayan, hukuka saygısız ellerde muhalif gördüklerine acı
çektiren bir kırbaca dönüşmüştür.
FETÖ soruşturmalarında hapsedilen annelerin çoğu, bu geniş hukuksuz tanımın ve hukukun
üstünlüğünü gözetmeyenlerin yorumlarının kurbanı olmuştur. Onlar, şiddet içeren hiçbir eylemde
bulunmamış, sadece inançları gereği yaşamı paylaşan bireylerdir. İşledikleri “suçlar!” öylesine
önemsizdir ki, adeta tır vırıdır: Bir sohbete gitmek, öğrencilere burs sağlamak, Zaman
Gazetesi’ne abone olmak, Kurban bayramında öğrencilere kurban eti ikram etmek, Bank
Asya’ya para yatırmak veya bir kermeste börek-sarma satmak. Bu eylemler, nasıl terörle
ilişkilendirilir? Delil olarak sunulanlar, telefon kayıtları, banka dekontları veya tanık beyanlarıdır,
hepsi de bağlamından koparılmış, zorlamayla yorumlanmıştır. Bu uyduruk suçlamalar, anneleri
yıllarca hücrelere mahkûm ederken, sorulması gereken asıl soru şudur: Bu, adalet mi yoksa
mesela 17/25 aralık operasyonlarının intikamı mıdır?
Uydurulan Suçlar + Sözde deliller:
İktidarın bir kısım hırsızlığını ve yolsuzluğunu ortaya çıkaran 17/25 aralık operasyonlarından
sonra yapılan intikam yemininin zehirli meyveleridir bunlar. Yapılan yolsuzlukları ortaya çıkaran
polisler hükümeti yıkmaya teşebbüsten halen içerdedirler, yolsuzlukları yapanlar ise milletinparaları ile zevki safa sürerler, ama yolsuzluk yapanların kinleri ve düşmanlıkları öylesine çoktur
ki, kendi kafalarında ilişkilendirdikleri herkesimden herkesi bu sözde terör çuvalının içine atarlar.
Bu hukuksuzlar için delil bulmak işten bile değildir, herşeyi terör örgütüne üyelik delili olarak
kabul edebilirler. Örneğin, sohbete gitmeyi: “terör örgütü toplantısı”, öğrencilere burs ve kurban
vermeyi: “terör örgütüne finansman sağlamak”, kermeste sarma, börek yapıp satmayı ise “terör
örgütü faaliyeti” olarak nitelendirirler ki, istedikleri herkesi dört duvar arasına gönderebilsinler.
Soğuk Duvarlar Arasında Küflenen Masumiyet
Hapishane, beton duvarları ve nemli hücreleriyle zaten zor bir yerdir. Ama bir de masum bir
çocukla birlikte küflenmek… Anneler, 0-6 yaş arasındaki çocukları ile aynı koğuşta kalabilirler;
Bebekler, annelerinin gözyaşlarıyla ıslanan yastıklarda büyür. Uydurulan suçlar ve sözde deliller
için, o küçük kalpler de ceza çeker. Anne, o demir parmaklıkların soğuk gölgesinde “suçlu”
kisvesine bürünürken, çocuğun gözünde en kutsal rol modeli –güvenin, şefkatin timsali– bir
enkaza dönüşür; zihninde, anne kucağının sıcaklığı, gardiyan adımlarının ürkütücü yankısıyla
zehirlenir, sevgiyle korku iç içe geçer. Oyunlar yerine gardiyan sesleri, ninni yerine kelepçe
tıkırtıları hâkim olur
Bu çocuklar, sadece fiziksel olarak değil, ruhen de hapsedilir. Bu travmalar, onların masumiyetini
kemirir: Ayrılık korkusu, güvensizlik, sosyal dışlanma. Psikologlara göre, erken çocuklukta
yaşanan bu tür travmalar, ömür boyu iz bırakır: anksiyete bozukluklarından bağlanma
sorunlarına kadar. Anne, bir suçlu gibi davranmaya zorlanırken, çocuk “Ben de mi suçluyum?”
diye sorar kendine. Bu, bir neslin köklerini kurutmaktır.
Uluslararası Çocuk Hakları ve İhlaller
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (BM ÇHS), 1989’da kabul edilmiş ve Türkiye
tarafından 1995’te onaylanmıştır. Bu sözleşme, çocukların temel haklarını güvence altına alır.
Özellikle çocuğun “gelişme hakkı” (Madde 6), “yüksek yararı” (Madde 3) ve “gelişimi için uygun
bir çevrede büyüme hakkı” (Madde 27) vurgulanır. Madde 27’ye göre, “Her çocuğun fiziksel,
zihinsel, ruhsal, ahlaki ve sosyal gelişimi için yeterli bir yaşam standardı içinde büyüme hakkı
vardır.” Devlet, ebeveynlerin bu sorumluluğunu desteklemelidir (Madde 18).
Ancak cezaevlerindeki çocuklar, bu haklardan mahrumdur. İyi bir çevrede – sevgi dolu bir aile
yuvasında – büyüme hakkı, demir parmaklıklarla gasp edilir. Annenin hapsedilmesi, çocuğun
yüksek yararını hiçe sayar. BM ÇHS Komitesi’nin raporlarında, Türkiye’nin bu konuda eleştirildiği
bilinir: Çocukların anneleriyle birlikte hapsedilmesi, gelişimlerini engeller ve travmalar yaratır. Bu,
sadece bir ihlal değil, uluslararası taahhütlere aykırı bir zulümdür.
Gerçek Suçlular Serbest, Masumlar Hapis: Adaletsizliğin Acı Gerçeği
Daha da acı olanı, gerçek suçluların – şiddet içeren eylemlere karışanların – affedilip tahliye
edilmesi, bunun yanında sudan sebeplerle hapsedilen masum annelerin çocuklarıyla birlikteceza çekmesidir. Bir yanda uyuşturucu baronları veya organize suç örgütleri erken tahliyelerle
özgür kalırken, diğer yanda bir gazete aboneliği yüzünden, kermeste börek satan anneden
ayrılan çocuklar ve anneyle birlikte dört duvar arasında acı çeken, anneleriyle aynı hücrede
büyüyen minikler, masumiyetlerini parmaklıklara kurban eder. Dünya, pek de adil bir yer değildir;
güçlünün adaleti, zayıfı ezim ezim ezer. Bu çifte standart, vicdanları sızlatır ve toplumun
geleceğini zehirler.
İlahi Adalet Işığında: Zulüm Haramdır
Hapishanede kalmak sivil ölümdür. Çünkü dışarısı ile tahliye olana kadar bağlantın kesilir. Görüş
günleri hariç ne sevdiklerine sesini ulaştırabilirsin ne de onlardan bir haber alabilirsin. Aynı
mezardakiler gibi.
Kur’an-ı Kerim, zulmü en büyük günahlardan sayar. Nisa Suresi 93. ayet, haksız yere bir canı
almak üzerine yoğunlaşır: “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı
cehennemdir. Allah ona gazap etmiştir, lânet etmiştir ve büyük bir azap hazırlamıştır.”
Ve Tekvir Suresi’nde, o yürek burkan sorgu yankılanır: (81:8-9) – “Diri diri toprağa gömülen kız
çocuğuna, hangi günahla öldürüldüğü sorulduğunda…” Bu ayet, cahiliye zulmünün en karanlık
yüzünü –masum kızların, uğruna hiçbir suç işlememiş tomurcukların– ilahi mahkemede nasıl
hesap soracağını haykırır. Bugün, cezaevlerindeki çocuklar da aynı sorgunun izdüşümündedir:
Hangi günahla bu çiçekler soluyor? Anne kucağında büyümek yerine, demir parmaklıkların
neminde küflenen bu çocuklar, ahiretteki o soruyu bugüne taşır: zulmün izi, sonsuza dek
silinmez. Zalim ve mazlum dünyanın değişmeyen iki sujesidir
Çiçekler Solmasın
Cezaevinde çiçekler solmasın. Bu çocuklar, masumiyetin simgesidir; onların travmaları,
toplumun yarasıdır. Devlet, Terörle Mücadele Yasası’nı hukuka bağlı kalarak yorumlamalı,
uluslararası sözleşmelere sadık kalmalı ve ilahi adalete kulak vermelidir. Zulüm, haramdır;
haksızlık, kalpleri kurutur. Gelin, bu sesi duyuralım: Anneleri tahliye edelim, çocukları özgür
bırakalım. O zaman, çiçekler yeniden açar , sevgiyle, umutla. Adalet, gecikse de gelir; yeter ki
biz susmayalım.
Av. Mahmut Haldungil