Dünya Kadınlar Günü Birleşmiş Milletler tarafından bu şekilde tanımlanmış olarak her yıl 8 Mart’ta kutlanan uluslararası bir gündür. Ve isterseniz devamında bir takım ansiklopedik ve kronolojik bilgiler… Her şeyde olduğu gibi teori ile gerçek arasındaki farklar burada da karşınıza çıkacak. Tarihsel gelişime bakıp ne kadar çok yol katedilmiş diyeceksiniz. Sonra belki bu yazıyı kapatıp bir sonraki tweette bir kadın cinayeti haberi okuyacaksınız. Tüm tarihi ve teorik o bilgiler buruşturulup atılmış olacak. Bu yazının yazarı bir kadın olarak kendi gerçeklerimden ve kat edilememiş yollardan bahsetmek istedim.
İnsanların hepsi birbirinden farklıdır. Din, dil, ırk, cinsiyet, ideoloji ve bir çok başka konuda farklılıklarımız var. Ama bunlardan bazıları saklanamayan ilk bakışta anlaşılan farklılıklar. Cinsiyet de en temel en belirgin insani farklardan birisi. Bedensel ve biyolojik özelliklerin yaradılışla geldiğini kabul ediyoruz (etmeyenlere saygıyla). Toplumsal kabullerdeki adaletsizliği ise hiçbirimiz kabul etmek zorunda değiliz. Kadın olarak doğduğumuzda toplumun bize biçtiği kadın rollerine bürünmemiz bekleniyor. Bu rollerden bazıları çok ahlaksızca olsa bile.
Dünyanın her yerinde cinsiyet adaletsizliğini görebiliyoruz. Yıllardır uğrunda savaşılan hakların hala ilk fırsatta yok sayılabildiğine şahit oluyoruz. Coğrafyalar ya da ülkeler değişse de her yerde kadınların doğuştan kazandıkları haklarını bağnaz toplumdan söküp almak için mücadele ettiğini görüyoruz. Kimi çalışma hayatındaki ücret adaletsizliğini yok etmeye çalışırken kimi en temel hakları olan yaşama, eğitim ve özgürlük için mücadele ediyor. Medeniyet tarihine bakıldığında Mars’tan canlı yayın yapılan 2021 yılında hala bu tür konuların gündem olmasına akıl sır erdirilemeyebilir. Ancak dünya toplumlarının her birisinin 2021’i de birbirinden başka çağlar. Dünya Kadınlar Günü dünya çapında kutlanan bir gün o yüzden her birimiz için bu günden talebimiz bambaşka seviyelerde. Yukarıda da anlattığım gibi topyekün adaletsizliğin sürdüğü bu dünyada ben kendi hikayemden ve ülkemden örnekler verebilirim ancak.
Yaşamanın, sadece yaşamanın bile zor olduğu bir ülkede doğdum. Sıradan bir günde, 20 yaşında gencecik bir dansçıyken cezaevinden firar etmiş birisi sırf öldürmek için öldürebilirdi sizi (Ceren ÖZDEMİR). Kadın olmak konusunda kadınlardan çok erkeklerin ahkam kestiği bir coğrafyada yaşamaya ve yaşatmaya çalışmak her birimize zor geliyor. Kadın olmanın doğasından gelen içimizde bir yaşam filizlendirebilme yeteneğimiz varken bunca ölümle anılmak…
Kağıt üzerinde sahip olduğumuz özgürlüğün her fırsatta kısıtlanmasıyla baş ediyoruz. Bir şeyi giydik diye ya da giymiyoruz diye, bir biçimde düşünüyoruz ya da düşünmüyoruz diye, en basitinden belli bir saatte evde değiliz ya da saç rengimiz mavi diye. Bu gerçeklikte yalnızca birinin kızı olduğunuz için (YILMAZER Kardeşler) senelerce hapis yatabilirsiniz, atanan kayyum rektöre karşı barışçıl protesto hakkınızı kullandığınız için (Beyza BULDAĞ) tutuklanabilirsiniz.
Anneliğiniz, doğurganlığınız erkeklerin ağızlarına sakız olmuş, en birinci tanımlamanız olmuşken küçücük evladınızın gözü önünde boğazınız kesilebilir (Emine BULUT). Bir başka yerde doğum yaptığınız gün hastane yatağına kelepçelenebilirsiniz (Fatma ÖZTÜRK), ya da 3 günlük bebeğinizle tutuklanarak cezaevine gönderilebilirsiniz. (Aysun AYDEMİR)
Bir kız çocuğu kadar insana mutluluğu hatırlatan çok az şey vardır hayatta. Coşkusuyla, neşesiyle, heyecanıyla… Bu kız çocuklarının kaçı eğitim alabiliyor? Geçtiğimiz yıl Covid-19 sebebiyle 168 milyon çocuk okula gidememiş, bunların yarısının kız olduğunu düşünebiliriz. Bu süre zarfında okula gidemeyen kız çocuklarına ne oldu? Bir kısmı elbette eğitimine devam etmiştir. Ancak gerek yoksulluktan gerekse aile baskısı sebebiyle eğitimine devam edemeyen kız çocukları da var. Bir gün sokakta seksek oynarken ya da okul dönüşü
eve gelen kız çocuğuna ertesi gün gelinlik giydirildiği kaç olay yaşanmıştır kim bilir. Adını bilemediğimiz nice yiten gelecekler. Dört duvar arasında ne yaşarsa yaşasın susması öğretilen çocuk anneler. Önce babasının sonra da kocasının malı sayılan, aşağılanan, şiddet gören kadınlar…
Yukarıda adı geçen veya geçmeyen kadınlar çok normal ve refah içinde bir hayat yaşarken birden bu acı sonlarla karşılaşmadılar. Her biri zaten gündelik hayatta bir çok zorluk yaşıyordu. Türkiye toplumu bir kadının içerisinde yaşaması gittikçe zorlaşan bir toplum halini aldı. Bazısı din bazısı gelenek bahanesine sığınarak, bazısı da cahillik temelli kadını tahakküm altına almayı kendisine hak olarak gören erkeklerin nüfusu gittikçe artıyor maalesef. Bu yazıyı yazdığım sırada önüme çıkan bir haberde hayatının tehlikede olduğunu defalarca söyleyen ve devlet güçlerine ileten genç bir kadının öldürüldüğünü okudum. Klişe bir tabir kullandığımı düşünebilirsiniz ama bu kadının katil zanlıları bir hükümet yetkilisine hakaret etselerdi ertesi sabah operasyonla gözaltına alınmışlardı.
Bu çizilen çaresizlik tablosunda bir kadına ne kadar çığlık atarsan at seni öldüğün ana kadar kimse duymayacak demenin doğurduğu hiç bir sonuç olmayacak mı? Dünyayı bu kadınlar için yaşanmaz hale getirmenin bir bedeli yok mu? Henüz bir cevabım yok. Ama bu demek değil ki ümitsizim. Ümidim zaferle ilgili değil mücadelenin devam edeceğine dair. Ben zor bir coğrafyada doğmuş, yaşamış, ibadet amacıyla üzerinde taşıdığı bir kıyafet dahi politize edilmiş, meslek hayatı boyunca bir çok adaletsizlik görmüş sonunda da belli bir yolu seçmek zorunda bırakılmış bir kadın olarak adalet talebinin asla dinmeyeceğine dair ümitliyim.
Söz edilen haklar “kadın” hakları olduğu için fiillerin yalnızca kadınlardan beklenmeyeceği de aşikar. Gündelik hayatta kullandığımız konuşma dilinin, çocuklarımıza ev içerisinde verdiğimiz eğitimin, kendimize biçtiğimiz rollerin de yaşanacak değişimlere öncü olacağını biliyoruz. “Kadın Hakları” diyerek bir cinsiyet atfı yapıldığı sanılsa da her insanın yalnızca insan olduğu için sahip olduğu hakları herkes için savunmaya devam etmenin önemini biliyoruz. Toplumun gözüyle değil bahşedilmiş bireysel gözlerle her bir olayı değerlendirmek gerektiğini öğreniyoruz. Kim olursa olsun adaletsizliğe adaletsizlik, haksızlığa haksızlıktır diyoruz. Umarım…
Av. Hatice Kübra GÖK