Lawyers In Exile

Dipsiz Kuyu

Hukuk ve demokrasiden sapma veya savrulmanın geleceği son noktalardan biri de zorla kaybedilmedir. Kamu görevlileri veya onlar adına hareket edenler sahip oldukları idari gücü kullanarak, bu tür gayrı meşru yöntemleri kullanarak oluşturdukları deliller sayesinde işlenen hukuksuz eylemleri pirü pak edeceklerini umarlar. Bu, dünyanın değişik yerlerinde tekrarlanan bir yanlıştır. Devlet gücünü kullananların bireysel zaafiyetleri, zamanla sistemin zaafiyetine dönüşür. Devlet kurumlarındaki yetkililer bir suçu kapatayım derken daha büyük suçlar işlemiş olurlar. Bu kısır döngü hukuktan sapan her ülke için mukadderdir. Bunun tek çaresi hukukun sağlıklı işlemesine dönüştür. Bu suçun mağdurları ise, kaybedilenler kadar zorla kaybedilenlerin yakınlarıdır.

Çocuk sorar: “Anne babam nerede?”

Anne  yutkunur, gözyaşlarını içine akıtır yüreğine taş basar ,kaçamak cevap verir:
“Baban, bizim için çalışıyor. Gelecek yavrum. Sana en sevdiğin oyuncağı ,çikolatayı alıp getirecek.”

Belki üç ay, belki beş ay, belki bir yıl, belki üç yıl, belki 15 yıl, belki bir ömür…

“Anne babam nerede?” sorusuna aranan cevap..! Belirsizlik ummanında bir hayat …

Bir hukuki terim olarak “zorla kaybedilme” kulağa ne kadar da garip geliyor. Oysa bunu yaşayan kişi anlattığında hiç de karmaşık ve garip değil: İnsanlar bir gün sokaktan, evlerinden, bulundukları yerden devlet görevlileri ya da devlet adına hareket ettiğini söyleyen kimseler tarafından alınıyor, kaçırılıyor, sevdiklerinden koparılıyor ve kelimenin en basit haliyle kaybediliyorlar. Bunu yapanlar sonrasında suçlarını inkar ediyor ve kaybedilenlerin nerede olduklarına ya da akıbetlerinin ne olduğuna dair hiçbir bilgi vermiyorlar. Bu, çok büyük, çok acımasız, insanlık dışı bir suç.

Bir an için bir yakınınızın kaybedildiğini düşünün, oğlunuz, kızınız,
Babanız, kardeşiniz, eşiniz, yeğeniniz vs…
Nerde olduğunu bilmemek…
Sağ mı?
Ölü mü?
Hasta mı?
Nerede kalıyor?
Ne yiyor?
Ne içiyor?
Üşüyor mu?
Eziyet ediyorlar mı?
Dipsiz kuyu sorular…
Cevabı olmayan…
Bitmeyen…
Ve ümitli bekleyiş ….
Bir gün gelir mi acaba?

Zorla kaybedilme, sadece Türkiye’de değil, dünyada da yakıcı bir sorun ve pek çok ülkede görülen bir insan hakkı ihlali. 30 Ağustos Birleşmiş Milletler tarafından 2011 yılından bu yana, “Uluslararası Zorla Kaybetme Mağdurları Günü”olarak anılıyor. Böyle bir günün varlığının, kayıpları “görünür” hale getirmek için önemi büyük. Hatırlamak, hesap sormak, cezasızlıkla karşılaşılmaması ve daha da önemlisi ve vicdani boyutu, sevdiklerinin akıbetini, zorla kaybedilen sevdiklerine dair hakikati bilmek isteyen kişilerin belki biraz olsun ferahlayabilmesi ve adalete erişebilmeleri için böyle bir günün anılması mühim.

Birleşmiş Milletler “Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme”’ye göre, ‘zorla kaybetme’ terimi “…devlet görevlilerinin ya da devletin yetkilendirmesi, desteği veya göz yummasıyla hareket eden kişilerin ya da kişi gruplarının gözaltına alma, tutuklama, kaçırma ya da diğer herhangi bir biçimde özgürlükten yoksun bırakması ve bu durumdaki bir kimseyi, özgürlükten yoksun bırakmayı kabul etmenin reddedilmesi veya kaybedilen kişinin akıbetinin ya da nerede olduğunun gizlenmesiyle, hukukun koruması dışına çıkarması…”durumunu ifade eder.

Dolayısıyla, bir zorla kaybetme olayı, birbirini tamamlayan üç ayırt edici unsurla tanımlanır:

  • Kişinin iradesi dışında özgürlüğünden mahrum bırakılması;
  • Devlet yetkililerinin göz yumma şeklinde bile olsa alıkonulmaya dâhil olmaları;
  • Kaybolan kişinin özgürlüğünden mahrum bırakıldığının reddedilmesi veya akıbeti ile ilgili bilginin gizlenmesi.

Kaybedilme: Uluslararası literatürde “enforced disappearance” (zorla kaybetme/kaybedilme) olarak ifade edilen suç Türkiye’de genelde ‘kayıp’ veya ‘gözaltında kayıp’ olarak kullanılıyor. Bunun sebebi Türkiye’de insanların resmi görevliler tarafından gözaltına alındıkları ve ifadelerinin alınıp serbest bırakılacakları açıkça ifade edilerek kaybedilmiş olmaları. Zorla kaybetme/kaybedilme terimi hem eylemin içerdiği olan cebir (zor) unsurunu tanımda içermesi, hem kaybedilme eyleminin sadece resmi olarak ‘gözaltına alınarak’ gerçekleşmesi gerekmediğini vurgulaması, hem de eylemin kendisini diğer kaybolma biçimlerinden ayrıştırması bakımından eylemin kendisine çok daha uygun bir terim.[1]

İşkence: Uluslararası insan hakları içtihadına göre zorla kaybetme fiilinin kendisi bir işkence biçimi olarak kabul edilebilir. Bu sadece kaybedilen kişi ile değil, aynı zamanda kaybedilen kişinin ailesi ile ilgili de geçerli. Örneğin Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi, sürekli tecrit ve iletişimden mahrum bırakılmanın, kaybedilen kişi için kendi içinde zalim ve insanlık dışı bir muamele olduğunu tespit ediyor. Zorla kaybetmenin aile için teşkil ettiği insanlık dışı muameleyi ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 25 Mayıs 1998 tarihli Kurt vs. Türkiye kararında şöyle tarif ediyor: “Başvurucunun (kaybedilen kişinin annesi) sürekli ve kesintisiz olarak yaşadığı belirsizlik, şüphe ve endişe halinin kendisinde ciddi zihinsel acıya ve ıstıraba yol açtığı görülmüştür.”[2]

Suçun sürekliliği: BM Çalışma Grubu zorla kaybetme suçunun ayırt edici niteliklerinden birini onun sürekli bir suç olmasıyla tanımlıyor. Buna göre suç, alıkonulma anında başlıyor ve tamamlanıncaya kadar, yani devlet bireyin alıkonulduğu veya salıverildiğine dair bilgiyi açıklayıncaya kadar devam ediyor. Bu sebeple zorla kaybetme, kaybedilen kişinin akıbeti ortaya çıkarılana kadar işlenmeye devam eden bir suç. Bu yüzden bir zorla kaybetme olayı, devlet ilgili ulusal veya uluslararası bir mevzuatı kabul etmeden önce bile gerçekleşmiş olsa, devletin bu suçla ilgili sorumluluğunun devam ettiği kabul ediliyor.[3]

İnsanlık suçu: “BM Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşmesi”, zorla kaybetmeyi kendi içinde bir insanlık suçu olarak kabul ediyor. Uluslararası ceza hukuku içtihadına göre bir suçun insanlık suçu olarak kabul edilebilmesi için, o suçun bağlamını oluşturan koşulların şu unsurlara sahip olması gerekiyor: (a) Bir “saldırı” olmuş olmalı; (b) Bu saldırı sivil nüfusu hedeflemiş olmalı, (c) Bu saldırı yaygın veya sistematik olmalı, (d) Failin böyle bir saldırıdan haberdar olmuş olması, gereklidir. Zorla kaybetme suçunun, tanımı gereği bu unsurlara sahip olduğu kabul ediliyor.[4]

Kaybedilmelerle Mücadele Için Neler Yapılmalı?

Devlet odaklı mekanizmalar:

* Tanıma ve özür süreçlerinin ardından askeri ve sivil güvenlik aygıtı içinde 90’lı yıllarda zorla kaybetmelere birinci dereceden karışmış tüm devlet görevlilerinin görevlerine son verilerek kurumsal reform yapılması;

* Koruculuk sistemine son verilerek geçici köy koruculuğunun lağvedilmesi, zorla kaybetmelerin yoğunlaştığı dönemde yargı aygıtı içinde çalışmış ve bu tür dosyalarda sistematik bir kayıtsızlık göstermiş hakim ve savcıların görevlerine son verilerek kurumsal reform yapılması;

* Yargılamaların hızla, adalete uygun bir biçimde ve insanlığa karşı suç kapsamında zamanaşımı işlemeden yürütülmesi, bu süreçte diğer uluslararası örnekler dikkate alınarak bu alandaki uluslararası birikimin Türkiye’ye taşınması;

* Kürtçe’nin, çok dilli kamu hizmeti sağlanmasından eğitim ve öğretim hakkının tanınmasına kadar, resmi olarak devlet kurumları nezdinde tanınması.

Kayıp yakınları odaklı mekanizmalar:

* Parlamento bünyesinde ve sivil toplum örgütlerinin de katılımıyla Hakikat Komisyonları kurarak sürecin sadece ceza yargılamaları aracılığıyla değil mağdur odaklı olarak da tasarlanması. Bu yolla, geçmişte neler yaşandığıyla ilgili kolektif hafızaya, alternatif anlatıların da girmesinin sağlanması;

* Kayıp yakınlarının görüşleri alınarak, kapsamlı, çok boyutlu, ailelerin farklı ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik toplumsal cinsiyet odaklı tazminat programları oluşturulması;

* Tazmin ve telafi sürecinin kayıp yakınlarının kurduğu taban örgütlenmeleriyle birlikte örgütlenmesi ve sürdürülmesi;

Toplum odaklı mekanizmalar:

* Anıtlar, müzeler ve anmalar yoluyla yaşananların hafızalaştırılarak unutulmaması ve tekrar etmemesi için “Bir Daha Asla!” yaklaşımının yaygınlaştırılması;

* Film, oyun, müzik, enstalasyon, klip gibi farklı sanatsal formlarda eserlerle zorla kaybetme gerçeğinin farklı toplumsal kesimlere aktarılması;

* Tarih ders kitaplarına Türkiye’nin yaşadığı son otuz yılı da dahil ederek, zorla kaybetmeleri de içerecek şekilde yaşanan sistematik hak ihlalleriyle ilgili bilginin öğrenci gençlik nezdinde toplumsallaşmasının sağlanması;

* Özellikle üniversitelerde verilecek dersler, yapılacak araştırmalar, geliştirilecek projeler aracılığıyla zorla kaybetmeler başta olmak üzere 90’lı yıllarda yaşanan istisna halinin bilgisinin yeni yöntemlerle yayılması.

[1] A.g.e., s. 15

[2]International Federation of ACAT, “Links between torture and enforced disappearances”, http://www.fiacat.org/links-between-torture-and-enforced-disappearances (erişim tarihi 26 Ağustos 2015)

[3]Birleşmiş Milletler Zorla ya da İrade Dışı Kaybetmeler Hakkında Çalışma Grubu (2011), Sürekli Taşıyan bir Suç Olarak Gözaltında Kayıplarla ilgili Genel Görüş. http://hakikatadalethafiza.org/en/kaynak/general-comment-on-enforced-disappearance-as-a-continuous-crime/

[4]Birleşmiş Milletler Zorla ya da İrade Dışı Kaybetmeler Hakkında Çalışma Grubu (2009), İnsanlığa Karşı İşlenmiş Bir Suç Olarak Gözaltında Kayıplarla İlgili Genel Görüş. http://hakikatadalethafiza.org/en/kaynak/general-comment-on-enforced-disappearance-as-a-crime-against-humanity/Av. Ahmet ÖZER

Similar Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

HUKUKİ DESTEK- WhatsApp
1