1. Giriş
Modern otoriter rejimler, klasik diktatörlüklerden farklı olarak doğrudan baskı yerine, karmaşık meşruiyet stratejileriyle iktidarlarını sürdürürler. Bu stratejiler arasında “seçici teşvik ve seçici tasfiye” mekanizması dikkat çeker. Bu yöntem, belirli kişi veya kurumların iktidarın çıkarları doğrultusunda hareket etmeye teşvik edilmesi, bu süreçte koruma sağlanması, fakat daha sonra aynı kişi veya kurumların “suçlu” ilan edilerek tasfiye edilmesi biçiminde işler. Türkiye örneğinde, bu dinamiğin AK Parti döneminde, özellikle 2010’lu yıllardan itibaren belirginleştiği gözlemlenmektedir.
⸻
2. Teorik Çerçeve: Patronaj, Müşterilik ve Araçsallaştırılmış Hukuk
Bu olgunun analizinde üç kavram öne çıkar:
1.Patronaj (patronage): İktidarın sadakat karşılığında ekonomik ve siyasal ayrıcalıklar dağıtmasıdır.
2.Müşterilik ilişkisi (clientelism): İktidar ve birey/kurum arasındaki karşılıklı çıkar bağına dayalı hiyerarşik ilişkidir.
3.Araçsallaştırılmış hukuk (instrumentalized law): Hukukun evrensel normlar temelinde değil, siyasal iktidarın ihtiyaçlarına göre işletilmesidir.
Bu çerçevede, iktidar, ekonomik ya da bürokratik aktörleri “ödüllendirip” sistemin parçası haline getirir; fakat aynı hukuk sistemi, zamanı geldiğinde bu aktörleri “yasadışı faaliyet” gerekçesiyle tasfiye etmenin aracına dönüşür. Bu durum literatürde “otoriter yolsuzluk döngüsü” (authoritarian corruption cycle) olarak da tanımlanır (Guriev & Treisman, 2019).
⸻
3. Uygulama Biçimi: Türkiye Örneği
Türkiye’de 2000’li yılların ortasından itibaren iktidar ile özel sektör arasındaki ilişki, yoğun biçimde devlet destekli büyüme ve politik sadakat üzerine kurulmuştur. Devlet ihaleleri, medya sahipliği, finansal teşvikler ve vergi afları üzerinden belli gruplar güçlendirilmiştir. Ancak daha sonra bu grupların bir kısmı, “hukuki soruşturmalar”, “terörle irtibat” veya “FETÖ üyeliği” gibi gerekçelerle sistematik biçimde tasfiye edilmiştir. Bu, sadece ekonomik alanla sınırlı kalmamış; yargı ve emniyet kadrolarında da benzer bir döngü gözlemlenmiştir.
Zekeriya Öz örneği bu bağlamda tipik bir “rejim içi araçsallaştırma” vakası olarak okunabilir. Önce “yolsuzlukla mücadele eden kahraman” olarak sunulmuş, devlet koruması sağlanmış, fakat politik konjonktür değişince “düşman” konumuna yerleştirilmiştir. Bu, sadece bireysel değil, sistematik bir yönelimdir: iktidar, kriz anlarında eski müttefiklerini “suçlu” ilan ederek hem sorumluluktan kaçınır hem de yeni meşruiyet üretir.
⸻
4. Ahlaki ve Siyasal Boyut
Bu döngü, ahlaki görecilik ve araçsal rasyonalite üzerine kuruludur. Weber’in tanımıyla, “etik sorumluluk” yerine “amaçsal rasyonalite” (Zweckrationalität) baskındır: eylemlerin değeri değil, iktidarın devamına katkısı önemlidir. Dolayısıyla bu tip rejimlerde ahlak, evrensel normlardan değil, iktidarın çıkarlarından türetilir. Bu durum “etik çöküş” (ethical erosion) olarak adlandırılır ve hem kurumlara hem de toplumun adalet duygusuna kalıcı zarar verir.
⸻
5. Sonuç
Erdoğan dönemi Türkiye’sinde gözlemlenen bu model, klasik otoriter yönetim biçimlerinin çağdaş bir versiyonudur: önce suça teşvik, sonra seçici cezalandırma. Bu yöntem, hem korku hem de sadakat üretmekte, böylece rejimin sürekliliğini sağlamaktadır. Ancak uzun vadede, hukukun özerkliğini, kurumsal güveni ve ekonomik sürdürülebilirliği zedeleyen bir yapıya dönüşmektedir.
Av. Celal Paşaoğulları