Birleşmiş Milletler (BM), Kanada merkezli Uluslararası İfade Özgürlüğü Dayanışması (IFEX)örgütünün çabalarıyla 2 Kasım’ı, “Gazetecilere Karşı Suçlarda Cezasızlıkla Mücadele Uluslararası Günü” (International Day to End İmpunity For Crimes Against Journalists) olarak ilan etti.
18 Aralık 2013 tarihli BM Genel Kurul toplantısında alınan kararda, üye devletler cezasızlık kültürünü sona erdirmek amacıyla kesin önlemler almaya çağrılıyor. Cezasızlık ise, insan hakları ihlallerinin soruşturulması, failin bulunması, yargılanması ve cezalandırılmasının gerçekleşmemesi halidir.
Bu karar, gazeteci ve medya emekçilerine karşı tüm saldırıları ve şiddeti kınıyor. Bununla birlikte karar tüm BM üyesi devletleri, gazeteci ve medya emekçilerine karşı şiddeti önlemeleri; sorumluları adalet önüne çıkartmaları ve hesap vermelerini sağlamaları; mağdurlar açısından ise uygun hukuki başvuru yollarına erişimin sağlanması doğrultusunda kuvvetle teşvik ediyor. Bununla birlikte devletlere, gazetecilerin mesleklerini bağımsız bir şekilde ve orantısız müdahaleler olmaksızın yerine getirebilmelerine imkân tanıyan, güvenli bir ortamı desteklemeleri doğrultusunda çağrıda bulunuyor.
İfade özgürlüğü ve gazetecilik demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Ancak gazeteciler ve bağımsız bir medya ortamı olduğu takdirde hükümetler ve sorumlulardan hesap sorabiliriz. Tam olarak da bu temel hak nedeniyle gazeteciler ve medya çalışanları görevlerinden dolayı çok fazla saldırıya uğramakta, zulüm görmekte, tutuklanmakta, taciz edilmekte veya korkutulmaktadır.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) verilerine göre dünyada her dört günde bir, bir gazeteci mesleki faaliyetleri nedeniyle öldürülüyor. UNESCO tarafından hazırlanan raporda, 2006 ile 2017 yılları arasında 1096 gazeteci öldürüldü. 2017 yılında öldürülen gazeteci sayısı 86[1].
Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun raporlarına göre, sadece 2018 yılında 94 gazeteci ve medya çalışanı işle bağlantılı olaylarda öldürülmüştür.[2] 2019 yılında ise Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) raporuna göre 49 gazeteci meslekleriyle ilgili faaliyetlerinden ötürü öldürüldü. [3]
2020`de ise gazeteciler öldürülmeye devam etti. Irak`ta başkent Bağdat, Basra ve Necef’te bu yılın ilk dört ayında altı gazeteci öldürüldü. Irak’ın güney illerinden Basra başta olmak üzere hemen her bölgede medya, hükümet tarafından sıkı gözetim altında tutuluyor.[4]
UNESCO’ya göre Türkiye’de hem 2015 ve 2016 yıllarında toplamda 6 gazeteci öldürüldü.[5] 2 Ekim 2018’de de arap gazeteci Cemal Kaşıkçı öldürüldü.
Türkiye, günümüzde gazetecilein hapiste olduğu, dışardaki gazetecilerden ise açık cezaevi şartlarında yaşadığı bir ülke olduğu gibi başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere evrensel insan hakları standartlarına uygun olarak, kamuoyunu bilgilendirme görevi yürüttükleri için öldürülen veya şiddet gören medya mensuplarıyla ilgili tahkikatlarda da cezasızlığa da son vermiyor.
Türkiyede yakın tarihte aralarında Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Hrant Dink, Uğur Mumcu ve Abdi İpekçi’nin de olduğu çok sayıda gazeteci öldürüldü ve birçoğunun gercek failleri ve sorumluları ortaya çıkarılmadı.
Günümüz Türkiye‘sinde ise gazeteciler dogrudan bir sekilde öldürülmese de bizzat devlet tarafindan haksız olarak, sırf mesleki ve suç olmayan faaliyetleri delil sayılarak, tutuklanmakta, uzun tutukululuk ile birlikte kötü muamele ve işkenceye uğramakta, yaşam ve sağlık haklari ihlal edilmekte ve ağır cezalar almaktadır. Bütün bu kasten ihmaller, zulüm ve hak ihlalleri neticesinde gazetecilerden sağlığını kaybedenler oldugu gibi hayatını kaybedenler de söz konusudur.
- Türkiye’de Gazeteciliğin ve Hukukun Getirdiği Son Durum;
Türkiye‘de özellikle Gezi Parkı Protestolarından sonra gazeteciler ve basın kuruluşları üzerindeki baskı artmıştır. Baskı ve sindirme, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, Çözüm Süreci’nin bitmesiyle, özellikle kürt kesim ve Gülen Cemmaeti üzerinde, daha da genişlemiş, 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonrası ise zirveye ulaşmıştır.
OHAL (Olağanüstü Hal) koşullarında yapılan seçimle Başkanlık Sistemi’ne geçilmesi ile tek adam ve tek irade rejimi oluşmuştur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aynı zamanda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı olmasıyla devletin tüzel kişiliği ile AK Parti bir olmuş, AK Parti’ye karsi her hangi bir söylem veya politika devlete karşı işlenmiş bir suça veya ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit olarak algılanmıştır. Böylelikle siyasi iktidar keyfi tutum sergilemekten çekinmemiş ve yaptıkları ile ülkeyi demokratik olmayan ve hukukun işlemediği ülkelere dahil etmiştir.
20 Temmuz 2016’da ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında toplam 32 KHK çıktı. 19 Temmuz 2018’de hükümet, iki yıl süren ve yedi defa uzatılan OHAL’i sonlandırdı. Olağanüstü hal uygulamasının ilk iki ayında, toplam 620 basın kartı ile 34 parlamento basın kartı ve bazı gazetecilerin pasaportları iptal edildi.
OHAL boyunca çıkarılan 668 (27.07.2016), 675 (29.10.2016), 677 (22.11.2016), 675 (29.10.2016) ve 670 (17.08.2016), 689 ( 29.04. 2017),693 (25.08.2017) ve 695 (24.12.2017) ve OHAL’in yürürlükten kaldırılmasından hemen önce yayınlanan 701 (08.07.2018) sayılı KHK’lerle toplam 204 medya kuruluşu; 6 haber ajansı, 70 gazete, 20 dergi, 41 radyo, 38 TV ve 29 yayınevi – dağıtım şirketi kapatıldi. Bu KHK’ler kapsamında kapatılan yayın kuruluşlarından 17 gazete, 4 radyo, 4 televizyon, toplamda 25 medya kuruluşu hakkındaki kapatma kararları iptal edildi.
OHAL dönemi boyunca, toplam 179 medya kuruluşu (53 gazete, 34 TV, 37 radyo istasyonu ve 20 dergi, 6 haber ajansı ve 29 yayınevi) kapatıldı. Bu yayınlar Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen ve Kürt medyasından yayın kuruluşlarını kapsıyor. Kapatılan kuruluşların her türlü taşınır ve mal varlıklarının hazineye devri, bu kuruluşların borçlarının karşılanmayacağı ve yargı yolunun açık olmadığına dair düzenleme de ilgili KHK’lerde yer alıyor.[6]
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (Reporters Without Borders, RSF) 2020 Basın Özgürlüğü Raporunu (2020 World Press Freedom Index) açıkladı. Rapora (endeks) göre, Türkiye 154.. sırada yer aldı. Raporda 180 ülke değerlendirildi.[7]2020 yapılan çalışmaya göre, Dünya genelinde Türkiye, Çin’den sonra en çok tutuklu gazeteciye sahip ülke konumundadır. Son 10 yılda işten çıkartılan gazeteci sayısı da 11000 civarındadır.[8]
CHP İstanbul Milletvekili ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanvekili Sezgin Tanrıkulu 2020 yılı Ocak-Eylül arası Düşünceyi İfade Özgürlüğü İhlal Raporu’nu açıkladı. Rapora göre; 29 gazeteci, yazar, yayıncı mahkum oldu, 20 gazeteci tutuklandı, 57 gazeteciye dava ve soruşturma açıldı, 65 gazeteci gözaltına alındı, 20 gazeteci saldırıya uğradı, 3’ü sosyal medya olmak üzere 16 kişi düşünceyi ifade nedeniyle mahkum oldu, 187 kişiye sosyal medya paylaşımları nedeniyle dava, soruşturma açıldı. [9]
Press in Arrest veritabanına göre, Türkiye’de 2020 yılının ilk 7 ayında;
11 şehirde görülen 89 davada en az 152 gazeteci yargılandı.(Bu gazeteciler, 2020’nin ilk 7 ayında en az 1 kez hâkim karşısına çıktı.)89 davanın; 18’i tamamlandı, 71’i sürüyor. 89 davada yargılanan en az 152 gazetecinin;
8’i beraat etti, 8’i hapis cezası aldı,1’i para cezası aldı, 2’sinin davası düştü, 133’ünün ise yargılaması sürüyor.
Press in Arrest veritabanına göre Temmuz 2020 itibariyle;
- En az 65 gazeteci tutuklu veya hükümlü olarak hapiste!
- En az 251 gazeteci tutuklu, tutuksuz veya yokluğunda yargılanıyor![10]
Avrupa Parlamentosu’nun 2020 Türkiye Raporu’nda Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin önemli ortaklarından biri olmaya devam ettiği ancak başta gerekli reformlar, demokrasi, temel haklar, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, ifade ve basın özgürlüğü olmak üzere Türkiye’nin üyelik sürecinde bir ilerleme kaydedilmemiş olduğu aksine pek çok alanda gerileme bulunduğu belirtildi. [11]
- Türkiye’de Gazeteciler ve Basın Üzerindeki Tehdit Unsurları;
Türkiyede bircok gazeteci terör propogandası ya da örgüte yardim etme gerekcesi ile keyfi ve geniş yorumlanacak bir sekilde cezalandırılıyor. Yargı siyasi iktidarın kamçısı olarak kullanılıyor. Özellikle Türk Medeni Kanunu’ndaki ‘terör propagandası’ maddesi ile Türk Ceza Kanunu’nun ‘örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme veya örgüte yardım’ suçunu düzenleyen hükümlerinin değişmesi, somut ve adaletli bir hal alması gerekmektedir.
Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 7. maddesi, örgüt propagandası yapanlara verilecek cezaları düzenliyor. Bu suçun basın yolu ile işlenmesi hâlinde cezanın arttırılması öngörülüyor. Çok sayıda gazetecinin yargılanmaya devam ettiği bu suçla ilgili maddede, “yargı reformu” kapsamında “İnsan Hakları Ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” başlığı ile bir değişiklik yapıldı. Bu düzenleme getirilerek gazeteciler ve basına verilen gözdağı daha somut hale getirildi.
“… Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur.” Bu şekilde mevcudiyetini devam ettiren, muğlak ve keyfi yorumlanmaya açık maddeye kabul edilen tasarı ile “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” madddesi eklendi.[12] TMK 7. maddeye yapılan ek basın özgürlüğünü güvenceye almadığı gibi basın özgürlüğünü kısıtlayan somut sınırlar getiridi.
Türkiyede gazeteciler mensup oldukları sendika ya da düşünceden dolayı da ayrımcılığa uğramakta ve işsiz kalmaktadır. Nitekim Avrupa Birliği’nin (AB) yürütme organı olan Avrupa Komisyonu, 2020 Genişleme Paketi kapsamında Türkiye Raporu’nda Hürriyet gazetesinin 2019 ekim ayında 43’ü Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) üyesi 45 çalışanı işten çıkarmasını eleştirildi;
Gazetecilerin temsili, profesyonel meslek örgütleri ile hükûmet yanlısı sendika arasında bölünmüş bir hâlde olmayı sürdürüyor. Türkiye’de gazetecilik; düşük maaşlar, yüksek adli taciz tehdidi ve iş güvencesi yokluğu ile birlikte riskli bir iş. Çalışma şartları, sendikal haklar ve iş yasalarının uygulanmasındaki yetersizlik, basın kartı alımındaki zorluk ve keyfi akreditasyonlar hâlâ temel endişeler arasında. Editöryel baskı, otosansür ve bilhassa siyaseten hassas konularda yapılan araştırmacı gazeteciliğe yönelik adli tacizler bir norm hâline geldi. Hürriyet gazetesi 2019 ekiminde 43’ünü sendikal faaliyetler nedeniyle olmak üzere 45 gazeteciyi tazminatsız kovdu.[13]
“Basın özgürlüğüne” ve gazetecilere yönelik baskı, sadece yasal düzenlemeler ve yargılamalarla yapılmıyor, bürokratik olarak da Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve Basın İlan Kurumu (BİK) eliyle sistematikleştiriliyor. Başkanı ve çoğunluğu iktidar üyelerinden oluşan RTÜK, siyasi iradenin etkisinden çıkmamakta ve bu tutumu ile Türk Ceza Kanunun Görevi kötüye kullanma suçunu tarif eden 257. Maddesinin 1. ve 2. Fıkralarında tarif edilen suçları işlemektedir.
Yine hükûmet ve basın kuruluşlarının temsilcileri ile bağımsız isimlerden olmak üzere 38 kişiden oluşan Basın İlan Kurumu’nun (BİK), gazetelere verilmesi gereken mali desteklerden bazı gazeteleri ayrı tutmakta ve bazılarına resmi ilan durdurma cezaları vererek onları susturmaya çalışmaktadır. Basın İlan Kurumu’na, 2013 yılında yapılan resmi düzenlemelerle basın ahlak prensiplerini ihlal eden gazetelere re’sen ceza uygulama yetkisi verilerek orantısız cezalandırma ve baskının alanı genişletildi.
Türkiye’de muhalif gazeteciler saldırıya uğramaktadır. Bu saldırılar 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’ni izleyen süreçte, daha ziyade Cumhur İttifakı ortakları AKP ve MHP’yi eleştirenlere yönelikti. 2018’in aynı döneminde ise iki haberci ve bir medya bürosu saldırıya uğramış, bir medya organı da sözlü saldırının hedefi olmuştu. Yedisi ölümle tehdit olmak üzere toplam 65 gazeteci de tehdit edilmişti.
“Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçu da Türkiye’de gazetecilerin tehdit edilmesi ve sindirilmesi için bir metot olarak kullanılmaktadır:
Cumhurbaşkanı seçildiği Ağustos 2014’te Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik yayınlar ve düşünceler nedeniyle yaygın şekilde kullanılmaya başlanan TCK’nın 299. maddesi, 1 Temmuz 2020’ye kadar en az 61 gazetecinin hapis, ertelemeli hapis ve para cezasına mahkum edilmesine zemin oluşturdu. [14]
Yeni çıkarılan infaz düzenlenmesinde ise AK Parti’nin önergesiyle, “Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununa karşı suçlar” da eklendi. Millî İstihbarat Teşkilatı’na karşı işlenen suçlarda da infaz oranı 3/2 olacak, yarı yarıya düşürülmeyecek. Bu şekilde gazetecilerin ülke gündemini ilgilendiren hassas olaylarda, araştırma ve haber yapmamaları için gözdağı verilmiş oldu.
- Türkiye’de Basın Özgürlüğünün Sınırları;
Türkiye’de 20 Temmuz 2016`da ilan edilen OHAL sürecinde oldugu gibi geçmişte gerçekleşen askeri darbeler ve yaşanan iç karışıklıklar gerekçe gösterilerek, ülke genelinde olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan edilmek suretiyle, yürürlükte olan hukuk kurulları pek çok kez askıya alınmış ve bircok gazate kapatılmış ve birçok medyaya el konulmuştur.. 2018`de OHAL süreci bitmesine rağmen hala sıkıyönetim ve Ohal şartları işlemekte ve gazeteler ile medya organları tek bir hakim kararı ile keyfi bir sekilde kapatılmaya devam etmektedir.
Anayasa’nın 28. Maddesi, basın hürriyetinin hangi koşullarda kısıtlanabileceğini düzenlemiştir. Buna göre, Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanmaya veya isyana teşvik eder nitelikte olan her türlü yayın suç sayılmıştır. Bu tip durumlarda, söz konusu yayınlar engellenebilir, toplatılabilir veya yayın organı hakkında kapatma kararı verilebilir. Kapatılan süreli yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hâkim kararıyla toplatılır (T.C. Anayasası Madde: 28). Günümüzde bu madde suistimal edilmekte ve aslına uygun olarak uygulanmamaktadır.
1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 3. Maddesi de basın özgülüğünü katı bir şekilde daraltmıştır. (Resmi Gazete 15 Mayıs 1971: 13837). 1982 Anayasası’da , basın özgürlüğünü teminat altına almak değil, sınırlama ve ihlalleri dolaylı yollardan meşrulaştırmaktır. Çünkü Anayasa’nın sistematiği, Sıkıyönetim Dönemlerinde Türk Basını 493 basın ve ifade özgürlüğünün sadece ilgili özel maddelerinde gösterilen gerekçelerle değil, aynı zamanda çok muğlak ve genel sebeplerle de sınırlandırılabilmesine olanak tanımaktadır (Gözler 2000: 70, 95).
10 Kasım 1983’te ise Basın Kanunu’nun birçok maddesi yeniden ele alınmıştır. Böylece, Toplu Basın Mahkemeleri kaldırılmış ve kanunun “Yabancı memleketlerde çıkan basılmış eserlerin Türkiye’ye sokulması ve dağıtılmasının Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanması” ile ilgili 31. Maddesi değiştirilmiş, buna “Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, milli güvenliğe, kamu düzenine, genel asayişe, kamu yararına, genel ahlaka ve genel sağlığa aykırı basılmış eserler” ibaresi dâhil edilmiştir. Bu düzenleme ile sorumlu müdür olabilmek için gereken koşullar ağırlaştırılmış, para ve hapis cezalarının oranları arttırılmış, basın davalarında zamanaşımı süreleri iki katına çıkarılmıştır. Kanun, basılı yayınların dağıtımının engellenmesi ve toplatılması ile basın araçlarına el konulmasına da olanak sağlamıştır (Resmî Gazete 13 Kasım 1983: 18220). [15]
- Basın ve Gazetecilere Karşı İşlenen Suçların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Nezdindeki Durumu;
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), birçok kararında Türkiye’nin gazetecilerin yaşam hakkını ihlal ettiğine hükmetti. Dink – Türkiye, Anter ve Diğerleri – Türkiye, Adalı – Türkiye, Tepe –Türkiye, Kılıç – Türkiye konuya ilişkin akla gelen ilk örnekler.
Gazeteci Ferhat Tepe’nin katledilmesi olayında AIHM; yaşam hakkı, etkili başvuru yolu ve davanın çekişmeli yargı ilkesine uygun olarak incelenmesi ilkesinin ihlal edildiğine karar verdi. Bu karara rağmen Türkiye cinayeti aydınlatmak için gerekli adımları atmadı. Bu sebeple gazeteci Tepe’nin ailesi bu sefer Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yaptı. Mahkeme’ye göre: “…başvuru konusu olay açısından yukarıda yer verilen tespitler birlikte değerlendirildiğinde soruşturma kapsamında ölüm olayının nedenini aydınlatmak için gerekli adımların zamanında atıldığının söylenemeyeceği, AİHM kararında da bu yönde tespitler bulunmasına rağmen sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması konusunda gerekli özenin gösterilmediği, soruşturmanın çok uzun bir süre sonuca götürecek hiçbir işlem yürütülmeksizin rutin yazışmalarla sürüncemede bırakıldığı, bu durumun daha da ötesinde herhangi bir kesin sonuca ulaşılmasını ortadan kaldıracak bir şekilde zamanaşımı nedeniyle dosya hakkında kovuşturmaya yer olmadığı (KYO) kararı verilmesi ile soruşturma sürecinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği yeterlilik ve hızda bir inceleme içermediği sonucuna ulaşılmıştır. ”
AIHM Hrant Dink kararında yaşam hakkının, ifade özgürlüğünün ve etkili başvuru yolunun ihlal edildiğine karar verdi.[16] Dink’in yakınları AİHM kararının gereklerinin yerine getirilmediği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yaptı. Mahkeme’ye göre: “Hrant Dink cinayetinde sorumlulukları ve ihmalleri olduğu iddia edilen Trabzon jandarma ve emniyet personeli ile İstanbul emniyet görevlileri ve mülki amirleri hakkında özellikle AİHM kararı üzerine yeniden açılan soruşturmanın bir bütün olarak etkili olmadığına ve Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü Devletin pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olan usul yükümlülüğün ihlal edildiğine… ”
Basın ve ifade özgürlüğü toplumun bilgiye erişmesi, devletin denetimi ve eleştiril(ebil)mesi için kritik önem taşımaktadır. AİHM birçok kararında basının önemini vurgulamıştır: “…kamu çıkarı ile ilgili olan başka alanlarda olduğu gibi, siyasi konularda da bilgi ve fikirleri açıklamak basının görevidir. Sadece basının bu tür bilgi ve fikirleri açıklama görevi yoktur; halkın da bunlara ulaşma hakkı vardır.” “…hukukun üstünlüğü ilkesine göre yönetilen bir devlette basın ayrıcalıklı bir role sahiptir.”
Gazetecilerin öldürülmesi sadece yaşam hakkını değil aynı zamanda ifade (ve basın) özgürlüğünü de ihlal edebilir. AİHM Dink – Türkiye davasında konuya ilişkin şu vurguyu yapmıştır: “Mahkeme’ye göre, bu alandaki [ifade özgürlüğü] pozitif yükümlülükler, Devletlere, diğerlerinin yanında, yazar ve gazetecilerin etkili bir biçimde korunması için bir sistem inşa ederek; kamusal tartışmalara tüm ilgililerin katılımı için uygun bir ortam yaratma ve resmi makamlar tarafından savunulanlara ya da kamuoyunun önemli bir bölümüne ters olsa, hatta onları şaşırtıcı ve rahatsız edici nitelikte olsa bile ilgililerin fikir ve düşüncelerini korkusuzca ifade etmelerine izin verme zorunluluklarını yükler. Mahkeme’ye göre, somut olayda, güvenlik güçlerinin aşırı milliyetçi bir grubun saldırılarına karşı Dink’in yaşamını korumadaki ihmalleri, hiçbir üstün toplumsal gereksinime dayanmayan mahkûmiyet kararıyla birleşerek, Hükümetin başvurucunun ifade özgürlüğünün korunmasındaki pozitif yükümlülüğünü ihmal etmesiyle sonuçlanmıştır.”
Yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü tüm insan hakları içerisinde özel bir yere sahiptir. Çünkü yaşam hakkı en temel insan haklarındandır ve diğer hakların varlığı için bir ön şarttır. İfade özgürlüğü ise demokrasinin temel taşıdır, bireyin ve toplumun kendini geliştirmesi için bir zorunluluktur. Bir başka deyişle, ifade özgürlüğü demokratik toplumun, çoğulculuğun ve hoşgörünün hayat bulmuş şeklidir.
Gazetecilerin yaşam hakkının ihlali ifade özgürlüğünü kısıtlayabilir. Böylece ifade özgürlüğü ile bağlantılı insan haklarının hayata geçirilmesi zorlaşabilir. Bu nedenle gazetecilerin yaşam hakkının ihlali adeta bir domino etkisi yaratmakta ve birçok insan hakkının alanını daraltabilmektedir.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Üye Devletlere gazeteciliğin korunması, gazetecilerin ve diğer medya mensuplarının güvenliğine ilişkin CM/Rec (2016)4 sayılı tavsiye kararı, Bakanlar Komitesi tarafından Bakan Vekillerinin 13 Nisan 2016 tarihli 1253’üncü toplantısında kabul edilmiştir;
Komite, gazetecilerin ve diğer medya mensuplarının giderek artan bir şekilde görüşleri veya haberleri nedeniyle tehdit, taciz, gözetim, yıldırma, özgürlüklerinden keyfi olarak yoksun bırakılma, fiziksel saldırı ve işkenceye maruz kalmaları, hatta öldürülmeleri endişe veren ve kabul edilemeyecek bir durum olduğu kanaatindedir.
Tavsiye Kararının Eki olan Rehber İlkeler dört ana başlığa ayrılır: Önleme, koruma, yargılama (cezasızlık üzerine özel vurguyla) ve eğitim, bilgilendirme, bilinçlendirme.
Önleme kuralları arasında “gazetecilere haber uçuran” haber kaynaklarının korunması da yer almıştır. “Üye Devletler, gazeteciler ve diğer medya mensuplarının kamusal tartışmalara etkili ve korkmadan katkıda bulunabilmelerini sağlayan kapsamlı bir yasama çerçevesi oluşturmalıdır. Bu çerçeve, bu ekte yer alan ilkeleri yansıtmak suretiyle kamunun bilgiye erişimini, özel hayatın gizliliği ve verilerin korunmasını, haberleşmenin gizliliği ve güvenliğini, haber kaynaklarının ve bilgi uçuran kişilerin korunmasını güvenceye almalıdır. Kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün korunmasına yönelik ceza kanunu hükümleri de dahil olmak üzere bu çerçeve, idari mekanizmaların oluşturulması ve demokratik bir toplumda gazeteciler ile diğer medya mensuplarının özel rollerinin takdir edilmesi yoluyla etkili bir şekilde uygulanmalıdır…”
Komite; terör, aşırı siyasal hareketler ve ulusal güvenlik konularında yürürlükte olan yasaların yanı sıra gazeteci ve diğer medya mensuplarının ifade özgürlüğü hakkını, ifade özgürlüğünün etkili bir şekilde kullanılması için hayati önem taşıyan diğer haklarını etkileyen yasaların “mercek altına” alınarak değerlendirilmesini tavsiye etmektedir. Değerlendirme süreci şeffaf olmalıdır. Kamuya açık toplantılarla sivil toplumun tam ve etkin katılımı sağlanmalı, gazeteci örgütlerinin, medyanın ve diğer paydaşların temsilcilerine açık bulunmalıdır.
Komite “hakaret” suçu ile ilgili yasaların ve uygulamaların gözden geçirilmesinde yol haritasını çizerken dediği şudur: “Devletler, bir basın suçuna hapis cezası uygulanmasına ancak olağanüstü durumlarda ve başka temel hakların ağır ihlale maruz kaldığı olaylarda, örneğin nefret söylemi veya şiddete teşvik vakalarında göz yumulabileceğine yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda hareket etmelidir. Bu mevzuat da, yasa ve uygulamaların değerlendirilmesine benzer bir eleştirel incelemeye tabi olmalıdır.”
Devletin görevi gazeteciyi korumaktır, özgürlüklerinin korunması kuraldır.
Gözaltına alınan gazeteci nasıl korunabilir? Hukukla korunur, hukuka uygun davranmakla korunur. Komiteye göre; yeterli yargı güvencesi bulunmalıdır. Bir suç işledikleri iddiasıyla tutuklanan veya gözaltına alınan kişiler, Sözleşme’nin 5. maddesine (özgürlük ve güvenlik hakkı) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarında getirdiği yorumlar doğrultusunda derhal hâkim önüne çıkarılmalı, makul bir süre içinde yargılanma ya da tutuksuz yargılanma hakkına sahip olmalıdır.
“Devlet yetkilileri ve kamuya mal olmuş kişiler, gazeteciler ve diğer medya mensuplarına yönelik tüm tehdit ve şiddet olaylarını, kaynağına bakmaksızın kamuoyu önünde ve tartışmasız bir biçimde kınamalıdır”
Komite; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesi, Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 19. maddesi ve diğer uluslararası ve bölgesel anlaşmalarda güvence altına alınmış ifade özgürlüğü hakkı, herkesin ayrım gözetmeksizin yararlanabileceği temel bir insan hakkıdır. Görüş sahibi olmayı, her türlü bilgi ve fikri müdahale olmaksızın ve sınırlara bakılmaksızın arama, öğrenme ve aktarma haklarını da içeren bileşik bir haktır. Sözleşme’nin 10. maddesinde güvenceye alınan ifade ve bilgilenme özgürlüğü, demokratik toplumların temel direklerinden biridir ve her bireyin ilerlemesi ve gelişimi için temel şartlar arasındadır. Gazeteciler ve diğer medya mensuplarının ifade özgürlüğü hakkına yapılacak herhangi bir müdahale, başkalarının bilgi ve düşünce edinme hakkına ve kamuoyu tartışmalarına da müdahale sayılacağından toplumda sarsıntılara yol açar.
Komitenin görüşüne göre; “İfade özgürlüğü hakkının korkmaksızın kullanılabilmesinin asgari gereği, güvenlik ve korumanın özelde gazeteciler ve diğer medya mensupları, genelde herkes için etkili olarak uygulanması ve bu kişilerin kamusal tartışmalara korkmadan, korktukları için davranışlarını değiştirme gereği duymadan katkıda bulunabileceği beklentisinin ortaya çıkmasıdır. Korku uyandırmak için internet üzerinde taciz, tehdit ve sanal saldırılar ile “trolleme”, sanal takip, eposta ve sosyal medya hesaplarının, elektronik depolama sistemlerinin, web sitelerinin, cep telefonu ve diğer cihazların “hacklenmesi” gibi yasadışı eylemlere başvurulabilir. İnternet üzerinde taciz, tehdit ve istismar ile dijital güvenliğe yönelik saldırılar özellikle kadın gazetecileri ve diğer kadın medya mensuplarını hedef almakta olduğundan, bunlara karşı cinsiyete özel müdahaleler gereklidir. Fakat korkunun tek kaynağı tehdit ve şiddet değildir. Korku aynı zamanda, ekonomik kriz ve mali darboğazlar döneminde şiddetlenebilecek hukuki, siyasi, sosyokültürel ve ekonomik baskılar (ya da baskı tehdidi veya makul baskı beklentisi) ile de yaratılabilir.”
“Kamuoyu tartışmalarına katkıyı önlemek için hakaret, terörle mücadele, ulusal güvenlik, kamu düzeni, nefret söylemi, dine sövme ve bellek yasaları gibi mevzuat türlerinin kötüye kullanımı, istismar edilmesi ya da kullanılacağının tehdidi, gazetecilerin ve diğer medya mensuplarının kamuoyunu ilgilendiren konularda haber yapmasını engelleyici veya yıldırıcı yöntemler halini alabilir. Yasaların ve hukuk süreçlerinin gereksiz, kötü amaçlı veya kasıtlı kullanımı, bu tür davalara itirazın hukuki maliyetleri de düşünüldüğünde, özellikle birden çok davanın açılması durumunda bir baskı ve taciz yöntemine dönüşebilir. Taciz, büyük basın kuruluşlarının mensupları gibi hukuki korumadan, mali ve kurumsal destekten yoksun gazeteciler ve diğer medya mensupları söz konusu olduğunda daha da şiddetli hale gelebilir.”
“Gazeteciler ve diğer medya mensuplarına yönelik tehdit ve yıldırma girişimleri, toplumda ifade özgürlüğüne karşı daha geniş veya şiddetlenen tehditlerin işaretçisi veya belirtisi olabilir. Bu nedenle insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünde genel bir çürümenin göstergesi olmaları mümkündür.”
- Mevlüt ÖZTAŞ; Günümüz Türkiye’sinde Gazetecilere Karşı Sistematik Bir Şekilde İşlenen Suç, İşkence ve Kötü Muamele Örneği
Cezaevinde pankreas kanserine yakalanan, tedavisi geciktirilen, ‘ölmesi an meselesi’ olduktan sonra ancak tahliye edilen hasta gazeteci Mevlüt Öztaş, ailesinin gayreti, Türkiye’deki insan hakları savunucusu kurumlar ile aktivistlerin, milletvekillerinin ve gazetecilerin yoğun kamuoyu baskısı sonucu ancak tahliye edilebilmişti.
Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Cihan Haber Ajansı’nın (CİHAN) Uşak Muhabiri olarak 8 yıl çalışan Mevlüt Öztaş, ‘örgüt üyesi’ olduğu iddiasıyla Şubat 2018’de tutuklandı. İlk olarak Uşak E Tipi Kapalı Hapishanesinde iken kasık fıtığı hastalığına yakalandı ancak cezaevi şartlarında ameliyat olmak istemedi. Ağrılarının artması ve kötüleşmesi nedeniyle de ameliyat olmak zorunda kaldı. Devamında böbrek yetmezliği hastalığı meydana geldi, astım hastalığı da bu sırada ilerledi. Ayrıca hipertansiyon hastalığına yakalanan Öztaş, diyet ile beslenmek zorunda kaldı. Karaciğer yetmezliği rahatsızlığı da başlayan Öztaş, çoklu ve ciddi hastalıklarla cezaevi şartlarına dayanmaya çalıştı. Şubat 2019’da Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 9 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Öztaş, Uşak E Tipi Kapalı Hapishanesinden Afyon 1 Nolu T Tipi Kapalı Hapishanesine sevk edildikten sonra sakal kesmeye zorlanmasına karşı itiraz dilekçesi verdiği için ceza amaçlı tek kişilik hücreye alındı. İki hafta tek kişilik odada bekletildikten sonra koğuşa alındı. Öztaş daha sonra bir telefon görüşmesinde ailesine; iç kanama geçirdiğini, hastaneye kaldırıldığını, 1 hafta hastanede tutulduğunu ve safra kesesi ameliyatı olduğunu, cezaevine döndükten sonra ameliyatlı hali ile karantinaya alındığını anlattı. Cezaevi yönetimi tarafından hastaneye kaldırıldığı ve ameliyat edildiği konusunda ailesine haber verilmedi. Daha sonra cezaevini arayan ailesi bu kez de Ankara’ya sevk edildiğini öğrendi ancak hangi hastane olduğunu öğrenemedi. Ailesi, bu süreçte kendisinden üç hafta haber alamadı.
Ankara Dışkapı Hastanesi’ne kaldırılan gazeteci Mevlüt Öztaş’a Nisan 2020’de kanser teşhisi konuldu. Tümörün diğer organlara yayılması halinde son evreye kadar ilerlemiş olabileceği söylendi. Hastanede, Öztaş’ın yakalandığı kanser türünün en tehlikeli türlerden biri olduğu belirtilerek ışın tedavisine başlandı. Koronavirüs salgını nedeniyle ameliyatın da riskli olacağı söylendi. Bu sırada salgın nedeniyle seyahat kısıtlaması nedeniyle Öztaş’ın yanına gelemeyen ailesi, güçlükle alınan izinlerle Ankara’ya gelebildi ancak onu cam arkasından dahi görmelerine izin verilmeden dönmek zorunda kaldı.
Mevlüt Öztaş, hastanenin bodrum katında bulunan mahkûm koğuşunda yatağa bağlanarak kemoterapiye alındı. Hastane, Öztaş’ın durumuyla ilgili heyet raporu çıkana kadar mahpusu taburcu etmeyeceğini açıkladı ancak 1 Haziran’da taburcu edilerek cezaevine geri götürüldü. Onunla görüşmek isteyen avukatına, karantinada olduğu söylenerek görüştürülmedi. Cezası İstinaf Mahkemesi tarafından onandı ancak gerekçeli kararda Öztaş’ın hastalıklarına hiç değinilmedi, çoklu hastalıkları görmezden gelindi.
Öztaş tutuklu bulunduğu süre içinde önce fıtık, sonra safra kesesi ameliyatı oldu. Cezaevi şartlarından dolayı böbrek ve karaciğer yetmezliği, hipertansiyon ortaya çıktı. Astım hastalığı ilerledi. Sağlık durumunu gerekçe göstererek defalarca şartlı tahliye talep etmesine rağmen dilekçeleri kabul görmedi.
Mevlüt Öztaş’ın tahliye edilmesi için hastaneden ‘cezaevinde kalamaz raporu’ alması gerekiyordu. Bu rapor, kızı Büşra Öztaş’ın sosyal medyada başlattığı yoğun kamuoyu baskısı sonucu geçtiğimiz Haziran ayında verilebildi. Raporda, Öztaş’ın mevcut sağlık durumuyla cezaevinde kalamayacağı, kalması halinde hayati risk bulunduğu belirtilerek tedavisinin dışarıda yapılması gerektiği vurgulandı. Uzun uğraşlar ve mahkeme süreçlerinin ardından Mevlüt Öztaş 26 Haziran 2020 tarihinde cezaevinden tahliye edildi.
Mevlüt Öztaş, tahliye edildiğinde artık çok geçti. Tedavisi gecikmiş, defalarca yaptığı başvurular dikkate alınmayarak tahliye talepleri reddedilmişti. Kanserin yanısıra karaciğer yetmezliği ilerlemiş, böbrekleri iflas etme noktasına gelmiş, birçok hastalık baş göstermişti.
Son günlerinde Afyon’daki ailesinin yanında kalan Mevlüt Öztaş’ın durumu ağırlaşınca yeniden hastaneye kaldırıldı. Hastanede durumu günden güne ağırlaşan Öztaş, önce böbreklerini tamamen kaybetti. Ardından karaciğer yetmezliği nedeniyle tümörün tüm vücudu sardığı ortaya çıktı. Konuşmakta güçlük çeken, zaman zaman da bilinç kaybı yaşayan Öztaş’a böbrek yetmezliği nedeniyle uygulanmak istenen diyaliz ve kemoterapi de sonlandırıldı.
Tahliye talepleri defalarca reddedilen, cezaevi şartlarında yeterince beslenemeyen, bakımı iyi yapılmayan, tedavileri sürekli geciken, hastaneler ve cezaevleri arasında koşturulan Mevlüt Öztaş’ın ölümü, Türkiye’deki gazeteciler ve diger kisilere yapilan hukuksuz tutuklamalar ile ağır hasta tutukluları sistematik bir sekilde ölüme sürüklenmelerini ortaya koydu.[17]
Bütün bu hak ihlalleri ve sürecin en büyük tanığı ise Mevlüt ÖZTAŞ’ın tutmuş olduğu günlüğü oldu;
15 MART 2018 (mahkemeye verdiği dilekçeden) – MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu) raporu, suçsuzluğumu ispat etmektedir. Çünkü orada belirtildiği üzere, ben sadece Uşak Gazeteciler Cemiyeti ve Uşak Yayıncılar Birliği’ne üyeyim. Bunun haricinde herhangi bir örgüte üyeliğim bulunmamaktadır.
İki kızım üniversitede bir kızım da lisede okumaktadır. Üç buçuk yaşında bakıma muhtaç bir oğlum var. [Öztaş’ın oğlu Ali Yekta’da, babasının cezaevine konulmasından sonra konuşma problemi baş gösterdi.] Eşime 2013’te Hepatit teşhisi konuldu. Eşim rahatsızlığı sebebiyle herhangi bir işte çalışmaması gerekirken, hem ailemizin hem de benim ihtiyaçlarım için, iş bulabilirse gündelik işlerde çalışmaktadır. Bu sıkıntılı günlerinde onlara destek olmak istiyor ve tahliyemi talep ediyorum.
10 TEMMUZ 2018 – 160 gündür tutukluyum. Evli ve dört çocuk babasıyım. Eşim hasta. Ailemin bir geliri yok. Aile bütünlüğümüz bozuldu. Çocuklarımı uzun zamandır göremediğim için psikolojileri bozuldu.
12 TEMMUZ 2018 – Rahatsızlığım sebebiyle doktora gittim.
26 TEMMUZ 2018 – Doktora gittim ve tahlil için kan örneği verdim.
27 TEMMUZ 2018 – Rahatsızlıklarım sebebiyle göz, üroloji ve nefroloji doktorlarında muayene oldum. Muayene sırasında kelepçelerimin çıkarılması ve doktor-hasta mahremiyeti gereğince doktorla yalnız görüşme taleplerim reddedildi.
30 TEMMUZ 2018 – Hastalıklarımın teşhisi için kan ve idrar numuneleri verdim ve ultrason çektirdim.
Cezaevi şartları çok kötü. Sular sık sık kesiliyor, koğuş hijyenik değil. Sıcak su, günlük sadece 45 dakika akıyor ve koğuştaki 21 kişi bu kadar sürede banyo yapmak zorunda. 8 kişinin kalabileceği koğuşta 21 kişi kalıyoruz. Tuvalet ihtiyacı için bir saat sıra bekliyoruz. Kıyafetlerimi ve şahsi eşyalarımı koyabilecek bir dolabım yok. Koğuşta toplam beş dolap var.
Doktor sol kasığımdaki fıtık sebebiyle ameliyat olmam gerektiğini söyledi. Fakat aynı koğuşta kaldığımız bir arkadaşım, hastane şartlarının çok kötü olması sebebiyle, ameliyat sonrası enfeksiyon kaptığını ve felç olma tehlikesi olduğunu beyan etti. Bu endişe ve korku sebebiyle ameliyat olmak istemiyorum.
1 KASIM 2018 – Kronik böbrek yetmezliği ve hipertansiyon hastalığı teşhisi konuldu. Sağ böbreğim işlevini yitirdi, sol böbreğim ise yüzde 87 kapasite ile çalışmakta.
2 KASIM 2018 – Doktora gittim. Yarın tekrar gelmemi ve diyetisyene sevk edeceğini söyledi. Bunu talep ettiğim zaman cezaevi sağlık görevlisi Turgay isimli kişi tedaviye gitmemi engelledi ve beni doktora göndermedi.
17 OCAK 2019 – Doktora gittim. Tansiyon ve mide ilacı aldım.
1 ŞUBAT 2019 – Rahatsızlığım sebebiyle doktora gittim. Ürikoliz ilacı verildi.
14 ŞUBAT 2019 – Tansiyon için doktora gittim. Tansiyon ve demir ilacı aldım.
28 ŞUBAT 2019 – Rahatsızlığım sebebiyle doktora gittim. Tansiyon: 11/6, Kilo: 69.
7 MART 2019 – Rahatsızlığım sebebiyle doktora gittim.
14 MART 2019 – Doktora gittim. Tansiyon: 90/50, Kilo: 72. Mide ilacı aldım.
28 MART 2019 – Doktora gittim. Kasık fıtığı ameliyatı için Afyon Kocatepe Üniversitesi’ne sevk edildim.
10 HAZİRAN 2019 – ‘Silahlı terör örgütü üyeliği’ suçlamasıyla tutukluyum. Fakat bu suçlamaya delil oluşturabilecek silah, mermi, teçhizat, örgüt şeması, yaptığım bir silahlı terör eylemi, bilerek işlediğim bir suç gösterilememiştir. Çünkü yoktur. Çalıştığım Cihan Medya valilik, belediye, emniyet müdürlüğünün protokol listesinde bulunan ve sürekli basın daveti ve bilgilendirme gönderilen, Turkuaz Medya, Doğan Medya ve Demirören Medya gibi ‘yasal’ bir kuruluştu.
30 EYLÜL 2019 – Rahatsızlığım sebebiyle doktora gitmek istiyorum. (Not: Talebime cevap verilmedi.)
30 EKİM 2019 – Hakkımdaki iddialar şunlar: 1) Haber amaçlı yaptığım görüşmeler. 2) Cihan Medya’da çalışmış olmam. 3) Hükümete karşı muhalif haber yapmam. 4) Haber amaçlı, adliye önündeki protesto eylemini takip etmem. 5) Yaptığım haberlerin sosyal medyada paylaşılması. 6) Hazırladığım bazı eğitim haberleri. 7) Haber amaçlı yaptığım telefon görüşmeleri. 8) Çalışmamın karşılığı olarak maaşımın, devlet onaylı bir banka olan, Bank Asya’ya yatırılması.
1 KASIM 20019 – Kurum müdürüne yazdığım ve cevap alamadığım dilekçelerim: 3 Aralık 2018 tarihli battaniye talep dilekçesi, 25 Mart 2019 tarihli dilekçe, 13 Mayıs 2019 tarihli dilekçe, 22 Mayıs 2019 tarihli dilekçe, 11 Temmuz 2019 tarihli dilekçe, 18 Ekim 2019 savunmamın aileme verilmesiyle ilgili dilekçe, 31 Ekim 2019 battaniye talep dilekçesi.
11 KASIM 2019 – Yönetimden mahkeme savunmamın çıktısını yazıcıdan alabilmek için 17 Eylül, 20 Eylül, 2 Ekim ve 10 Ekim 2019 tarihlerinde olmak üzere dört kere dilekçe verdikten sonra çıktı alabildim. Lakin bu da işe yaramadı çünkü savunmamı gönderdiğim zaman hakkımda karar verilmişti bile.[18]
- Türkiye’de Gazeteciler Ölmeye Devam Etmekte ve Cezaevlerinde Yüzlerce Ağır Hasta İle Birlikte Durumu Ağır Olan Birçok Gazeteci Bulunmaktadır;
Cemal Kaşıkçı 2018’de öldürüldü. Fakat BM ve CIA’in, Suudi Prensin soruştumaya müdahalesini ortaya çıkarmasına rağmen tarafsız bir soruşturma açılamadı. Kovuşturma süreci hala devam ediyor. [19]
Gazeteci Ziya Ataman 11 Nisan, 2016 tarihinden beri tutuklu. Doktorların bağırsaklarının iflas ettiği belirtilen Ziya Ataman’ın tek suçu gazeteci olmak. Özgür bırakılması için uzun süredir . Sosyal medya üzerinden yürütülen kampanyalara rağmen bu konuda şimdiye kadar olumlu bir gelişme olmadı.[20]
KHK ile kapatılan Bugün gazetesinin eski Meclis temsilcisi Çetin Çiftçi, ayında tutuklu bulunduğu Sincan Cezaevinde kansere yakalanıp uzun süre bu hastalıkla boğuştu. Gazeteci Çetin Çiftçi’nin yeni hastalıklarla da boğuştuğu ortaya çıktı. Yemek yemekte zorlanan, sürekli zayıflayan, son görüşe de korona teması olduğu için çıkamayan Çiftçi’ni ölüm riski ile yine karsi karsiya.[21]
Şu an cezaevinde düşüncesinden ve gazetecilik mesleğinden dolayı uzun zamandır tutuklu bulunan veya ceza aldığı için hükümlü bulunan birçok hasta gazeteci bulunuyor.
- Türkiye’de Gazeteci ve Gazeteciliğe Karşı Yapılan Hak İhlalleri Aynı Hızla Devam Etmektedir;
MİT TIR’larının durdurulmasına ilişkin davada çarptırıldığı 5 yıl 10 ay hapis cezası Yargıtay tarafından bozulan gazeteci Can Dündar’ın “kaçak” sayılmasına ve mal varlıklarına el konulması kararından sonra Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) ait tırların Suriye’ye silah taşıdığına ilişkin yapılan haberler nedeniyle hakkında “gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla temin etme” ve “terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım” suçlamalarıyla açılan davanın 11. duruşması bugün İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Esas hakkında mütalaasını sunan savcı, Dündar için 35 yıla kadar hapis cezası istedi. [22]
4 yıldır Erzurum cezaevinde bulunan ve ağustos ayında ceza süresini dolduran gazeteci, Zaman Gazetesi Erzurum Bölge Sorumlusu Fahri Öztoprak, denetimli serbestlik hakkı olmasına rağmen tahliye edilmiyor. [23]
Yine 45 aydır tutuklu TRT Spikeri Hamza Günerigök: “Yerel mahkemenin verdiği ceza süresi dolduğu halde, tahliye edilmiyorum. Henüz onaylanmamış bir cezamın olmaması, ne hükümlü, ne tutuklu, bir tür rehin alınma halindeyim.” dedi. [24]
Van’da gözaltına alınan Mezopotamya Ajansı muhabirleri Adnan Bilen ve Cemil Uğur, Jinnews muhabiri Şehriban Abi ile gazeteci Nazan Sala, çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklandı. Van’da yaptıkları haberler nedeniyle tutuklanan gazeteciler, cezaevinde kötü muameleyle karşılaştı. 2 kadın gazeteci, erkek adli mahkumların kaldığı koridorda bir koğuşa konuldu. Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı verilmeyerek aç bırakıldı. [25]
- Gazetecilerin Türkiye’de Özgür ve Yaşam Hakları İhlal Edilmeden Mesleklerine ve Hayatlarına Devam Edebilmesi İçin Bazı Çözüm Önerileri;
- Gazeteci cinayetlerinin insanlığa karşı suç kapsamına alınmalı ve bu suçlarda zamanaşımının kaldırılmalı
- Yaşam hakkına ve ifade özgürlüğüne ilişkin mevzuat uluslararası insan hakları standartlarıyla uyumlu hale getirilmeli
- Gazeteci cinayetlerini araştırmak için bağımsız komisyonlar kurulmalı ve etkin soruşturulma yürütülmeli
- 15 Temmuz sonrasında işlevini yitiren yargı gazetecilere adaletli bir tutum sergilemeli
- Yeni yargı reformları ile gazetecilerin hak ve korunmaları iyileştirilmeli ve güvence altına alınmalı
- Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü konusunda net ve adil bir tavır tutunmalı, AIHM’nin ilkelerine uygun davranmalı ve yerel mahkemelerde AYM tarafından verilen kararlara uymalı
- Muğlak yasalar ve düzenlemeler kaldırılmalı, terör kavramı genişletilerek gazeteciler hedef alınmamalı
- RTÜK ve ilgili diğer kurumlar bağımsız ve adil bir şekilde kararlar almalı ve yönetilmeli
- Gazetecilerin akreditasyonu ve basın kartı çıkarılması gibi işlemler için köklü reformlar çıkarılmalı
- Siyasetçilerin gazetecileri ve medyayı hedef göstermekten vazgeçmeli
[1]https://www.dw.com/tr/unesco-her-d%C3%B6rt-g%C3%BCnde-bir-gazeteci %C3%B6ld%C3%BCr%C3%BCl%C3%BCyor/a-46085118
[2]https://haber.sol.org.tr/dunya/uluslararasi-gazeteciler-federasyonu-2018de-94-gazeteci-olduruldu-253857
[3]https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/217254-2019-da-49-gazeteci-olduruldu#:~:text=S%C4%B1n%C4%B1r%20Tan%C4%B1mayan%20Gazeteciler%20(RSF)%202019,31’i%20do%C4%9Frudan%20hedef%20al%C4%B1nd%C4%B1.
[4]https://journo.com.tr/irak-basin-ozgurlugu
[5]https://en.unesco.org/sites/default/files/unesco_condemns_killing_of_journalists_turkey_en.pdf
[6]https://turkey.mom-rsf.org/tr/bulgular/el-koyulan-medya/
[7]http://internationaljournalists.org/tr/rfs-2020-endeksi-aciklandi-basin-ozgurlugunde-turkiye-154-sirada/
[8] https://www.google.com/amp/s/www.sozcu.com.tr/2020/gundem/utandiran-siralama-cinden-sonra-ikinci-siradayiz-5790127/amp/
[9]https://jailedjournos.com/9-ayda-20-gazeteci-tutuklandi/
[10]https://jailedjournos.com/2020nin-ilk-7-ayinda-neler-oldu/
[11]https://tr.euronews.com/2020/10/06/avrupa-komisyonu-2020-ilerleme-raporu-na-gore-turkiye-artik-ilerlemiyor-geriliyor
[12]https://onedio.com/haber/yargi-reformu-strateji-belgesi-nin-ilk-paketi-kabul-edildi-haber-verme-sinirlarini-asmayan-dusunce-suc-olusturmayacak-887467
[13]https://journo.com.tr/ab-turkiye-raporu-hurriyet-tgs
[14]http://internationaljournalists.org/tr/dur-durak-bilmeyen-baski-isten-atma-sansur-hapis-tehdidi/
[15]https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/637361
[16]https://bianet.org/files/doc_files/000/000/165/original/AIHM_Dink_karari.html
[17]https://kronos34.news/tr/tutuklu-gazeteci-mevlut-oztasin-cinayet-sonucu-olumu/
[18]https://www.boldmedya.com/2020/09/28/olume-suruklenen-gazeteci-mevlut-oztasin-cezaevi-gunlukleri/
[19] https://www.google.com/amp/s/amp.dw.com/tr/cemal-ka%25C5%259F%25C4%25B1k%25C3%25A7%25C4%25B1-cinayetiyle-ilgili-ikinci-iddianame/a-55078082
[20]https://www.avrupademokrat.com/hasta-gazeteci-ziya-ataman-hala-cezaevinde-gul-guzel/
[21]https://kronos34.news/tr/gazeteci-cetin-ciftci-cezaevinde-agir-hastalikla-bogusuyor-ailesi-kanserden-supheleniyor/
[22]https://jailedjournos.com/can-dundarin-35-yila-kadar-hapsi-istendi/
[23]https://jailedjournos.com/gazeteci-fahri-oztoprakin-ceza-suresi-doldu-tahliye-edilmiyor/
[24]https://twitter.com/GunerigokHamza/status/1315970877712936961
[25]https://jailedjournos.com/vanda-tutuklanan-gazetecilere-kotu-muamele/