Lawyers In Exile

Avukat Fatih Şahinler: 15 Temmuz’dan sonraki her uygulama, öldürülen hukuka tecavüz mesabesindedir.

Kendinizden kısaca bahseder misiniz?

1976 yılında Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde dünyaya geldim. Babam memur olduğu için birkaç şehirde eğitimimi tamamladım. İlkokul 4. Sınıfı bitirdiğim yazdan itibaren tüm yaz tatillerimi adliye koridorlarında babama yardım edebilmek için geçirdim. Sanırım bu nedenle de üniversitede hukuk fakültesini tercih ettim ve İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesinden mezun olarak meslek hayatıma başladım. Küçüklüğümden beri sürekli tayin olan babamdan dolayı şehir şehir gezmemek için avukatlık mesleğini tercih ettim ve 2016 yılındaki sözde darbeye kadar elimden geldiğince hak ve hukuk kurallarına riayet ederek mesleğimi ifa etmeye çalıştım. Şu anda çok sevdiğim ülkemden uzakta bir yaşam sürmeye çalışıyorum.

Dünya Adalet Projesi(WJP) tarafından hazırlanan ve ülkelerdeki hukuk sistemlerini değerlendiren “2017 Hukukun Üstünlüğü Endeksi” verilerine göre Türkiye’nin 113 ülke arasında 101. sırada yer aldığı açıklandı. Türkiye’nin, 2014 tarihli aynı endeks sıralamasında ise 59. sırada bulunduğu açıklanmıştı. Öncelikle, kısa süre içinde bu büyük değişikliği nasıl değerlendiriyorsunuz? Size göre Türkiye’de ‘hukukun üstünlüğü’ hangi seviyede? Yine buna bağlı olarak, sizce yargının bağımsız ve tarafsız olması ne anlama geliyor? Yargıdaki kadrolaşma iddialarını da göz önünde bulundurursak, ‘’Akp Yargısı’’, ‘’Cemaat Yargısı’’ gibi kavramlar ne anlama gelmektedir?

Türkiye’de mevcutta bir hukuk yoktur. Daha önce kel, kör, kötürüm bir hukuk vardı. 17-25 aralık hadiseleri ile bu hukuk öldürüldü. Bu 15 Temmuzdan sonraki her uygulama, öldürülen hukuka tecavüz mesabesindedir. Bu noktadan sonra kurucu bir iktidarın ortaya çıkarak tüm hukuku baştan yaratması şarttır. Bu hukukun temel özelliği, hukuku yapan, uygulayan ve hukukun muhatabı olan her kesime eşit olarak uygulanabilir olmasıdır.

Cemaat yargısı, iktidarın oluşturduğu mitolojik düşmanın bir unsuru gibidir. Zira yargıdaki mensubiyetten ziyade yargılama yapanların tarafsız veya bağımsız olması esastır. Kürt bir hakimin kürtleri kayırması nasıl hukukun özüne aykırı ise cemaat mensubu olduğunu iddia eden bir hakimin de cemaat mensuplarını kayırması hem hukuka aykırı hem de ceza hukuku bakımından suç teşkil eder.

Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı verilere göre, 15 Temmuz sonrası, 2300’ ü aşkın hâkim ve savcı, 700 civarında da avukat tutuklandı. Ayrıca 2000’in üzerinde hâkim, savcı ve 1000’in üzerinde avukat hakkında da soruşturma yürütüldüğü bilinmektedir. Bunlar, resmi rakamlar. Türkiye yargısının geçmişi de göz önünde bulundurulduğunda hal-i hazırda gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve yine buna bağlı olarak, darbeyi gerçekleştirdiği iddia edilen askerlerden önce hukukçulara operasyon yapılmasını nasıl açıklıyorsunuz? 15 Temmuz darbe girişimin hemen akabinde, on binlerce kamu personeli, öğretmen, doktor, hemşire, işçi, hâkim, savcı vs. –darbede yer aldıkları, darbeci oldukları- gerekçesiyle bir anda görevden alındılar, ihraç olundular, mallarına el kondu ve birçoğu da hapse atıldı. Hem ihraç hem de gözaltı işlemlerini dikkate aldığınızda bu insanlarla darbe arasında nasıl bir bağlantı kuruldu? Gerçekten bu insanlar darbeci miydi, darbenin neresinde yer almışlardı? Son olarak da sizin 15 Temmuz darbe girişimi hakkındaki görüşünüzü merak ediyorum?

15 Temmuz sözde darbe tiyatrosunun sonucu belli olmadan daha o gece saat 23 sularında görevden alınacak hakim ve savcıların listeleri, operasyon yapmakla görevlendirilen hakim ve savcılara ulaştırılmış. 16 Temmuz sabahı itibariyle operasyonlar başlamış, ilk etapta 2500’e yakın hakim ve savcı açığa alınarak tutuklanmıştır. Darbeyi yapanlar için ayak bağı olacak kim varsa temizlenmiştir. Zira darbeyi o günün iktidarı planlamış organize etmiş ve uygulamıştır. Bu darbenin amacı o güne kadar yaptıkları tümü tepeden tırnağa hukuksuzlukla dolu olan uygulamaların hukuksuzluklarını örtbas etmek tabiri caiz ise mızrağı çuvala sığdırmaya çalışmaktır. Ortada bir darbe vardır ve bunun failleri ister Ergenekon – Akp, isterseniz Perinçek – Erdoğan olarak adlandırın, işte bu koalisyondur. Bunun en büyük delili gerçekten darbe olsaydı ülkede ne olacaksa tümünün gerçekleşmesi değil midir? Yüksek yargıdan savunmaya muhalefet partilerinden muhalif basına herkes sindirilmiş, korkutulmuştur. Terör, devlet eliyle işlenir hale gelmiştir. Su an bu toprakların en büyük terör örgütü devlettir.

ByLock konusu çok tartışılıyor. Bunu biraz açar mısınız? ByLock’un özellikle vurgulanmasının sebebi ne? ByLock kullanılması bir hata mıydı?

Bylock için çok şey söylendi. Bu konuda söylenecek çok şey de aslında var. Yargılamalarda Bylock delili deniliyor fakat hiçbir dosyaya delil olarak sunulmuyor. Mit tarafından ne şekilde ne zaman elde edildiği belli bile olmayan, doğruluğu incelenemeyen iktidarın istediği herkesi suçlayabilmesi için bir maymuncuk olarak kullanılan ve sanki günümüz hukukunun en temel ve kutsal metniymiş gibi doğruluğu asla sorgulanamayan bir delil. Gerçekte ne bir delil vasfı vardır, ne bir suç unsuru içeren yazışma ortaya konmuştur, nede bu tür bir programın kullanılması zatında bir suç teşkil eder. Yalanlarına ve iftiralarına temel oluşturmaya çalışan darbecilerin mal bulmuş mağribi gibi bunun üzerine gitmelerinin sebebi şifreli bir program oluşudur. Ancak dünyada su an milyarlarca insan tarafından kullanılan tüm mesajlaşma programları şifrelidir.

Cemaat, Ergenekon ve Balyoz davaları sebebiyle de çok eleştirildi. Bu davalarda bir hukuksuzluk yapıldı mı sizce? Sorun neydi o davalarda? Ne olmalıydı?

Bence bu davaların cemaat tarafından sahiplenilmesinin sebebi demokrasiye ve hukuka yapılan bir müdahaleye ülkenin selameti adına sahip çıkılmasından ibarettir. Bu davaların sorunu davaların çok kapsamlı oluşundan dolayı mahkeme heyetleri dosyalara muttali olamadılar. Soruşturmalarda örgütün mali ve basın ayağı eksik bırakıldı. Toparlanamayan yargılamalarda dosyalar çorbaya döndü. Savunma bunu çok iyi değerlendirdi. Örneğin tahrif edilmiş CD meselesi var. Hükme esas olmadı. Delil olarak değerlendirilmedi ama kamuoyuna sanki böyleymiş gibi bir hava verildi. Sonuçta dava Ergenekon terör örgütüne yaradı. Örgüt kabuk değiştirdi. Yenilenen kadrosuyla 15 Temmuzda kilit rol oynadı.

Cemaat ile ilgili olarak Paralel Devlet Yapılanması ve ‘terör örgütü’ iddiası var. Öncelikle Türkiye’deki yasalara göre terör örgütü olmanın koşulları nelerdir? Görülmekte olan davalarda terör örgütü suçlamasına dayanak olarak gösterilen eylemler nelerdir? Tek merkezden emirler alındığı ve bürokratların ‘paralel devlet’ gibi davrandığı iddialarının delilleri nelerdir? ‘Devlete sızmak’ meselesinin hukukî karşılığı var mıdır? Bu iddialarla ilgili siz ne düşünüyorsunuz?

Ceza kanunumuzda terör örgütü tanımı açıktır. Korku, baskı ve sindirmeyle halkı siyasal amaçları doğrultusunda silahla yönlendirmeye çalışmaktır. Bu nasıl bir terör örgütü ki ismini devlet koymuş, 200.000’e yakın mensubu olduğunu iddia ettiği insan gözaltına alınıp tutuklanırken bir tane bırakın silah bulunmasını adlı vaka veya karşı koyma olayı meydana gelmemiştir. Bunlar herhangi bir sosyal grubu aynı doneler ile terör örgütü ilan edebilecekken yaklaşık 30 yıldır devlete sızma masallarının dillendirildiği cemaati kendilerine hedef seçmişlerdir. Bir ülkenin vatandaşının kendi üniversitesini kazanarak okuması ve devletin herhangi bir kurumunda vazife alması nasıl sızma olarak değerlendirilebilir? Kaldı ki devlet tüm imkânları ile seferber olmasına rağmen bir tane bile talimatla iş yapıldığına ilişkin delil ortaya koyamamıştır.

15 Temmuz sürecinden hemen sonra yapılan yakalama ve gözaltı uygulamalarında ciddi işkence ve kötü muamele iddiaları gündeme geldi. Basına ve sosyal medyaya yansıyan haberler ve görüntülerden de az çok olayın vahametini görülebiliyor. Gözaltında ve daha sonra cezaevlerinde hayatlarını kaybedenler de oldu. Bu vefatların bir kısmı da kayıtlara intihar olarak geçti. Ve yine, gün ortasında adam kaçırmalar da yıllar sonra tekrar gündeme geldi. Hakeza, yurtdışında MİT tarafından kaçırılıp Türkiye’ye getirilen insanlar oldu. Tüm bu yaşananların hukuksuz olduğu değişik kesimlerden hukukçular ve insan hakları aktivistleri tarafından söylenmesine, ayrıca AB ve BM gibi kurumların bu yaşananların hukuksuz olduğuna dair hazırladıkları raporlara rağmen nasıl oluyor da bu tür hukuksuzluklar yapılabiliyor/ yaptırılabiliyor?

Bu soru için önce Türkiye’de’ki mevcut duruma bakmak gerekir. Aslında tek cümle ile anlatmak gerekirse Türkiye’de hukuk kişilere göre işletilmektedir. Yani şu anda Hizmet hareketi mensubu kişilerin Türkiye’deki durumu Nazi Almanya’sındaki Yahudilerden farksızdır. Bu harekete mensup olduğu iddia edilen kişilerin haklarını koruma imkanları bulunmamaktadır. Kısaca Türkiye’de hukuk şu anda yoktur. Hukukun olmadığı ortamda anarşi olur. Bu anarşist eylemlerin hukuk geri geldiğinde bir sonucu ve cezası muhakkak olacaktır. Yalnız burada hukuki tabiriyle telafisi imkansız zararlar da meydana gelmektedir. İşin vicdanları yaralayan kısmı da asıl budur. Daha önce çeşitli adı suçlar işlemiş kamu görevlilerinin tümü mesleğe iade edildi. Bunlar hukuksuzluk bilhassa işkence için biçilmiş kaftan idiler. Tüm hukuksuzlukları bunlar ve ergenekonun devletin içerisindeki hücrelerine yaptırdılar. Kamu görevlerine liyakate bakılmaksızın bir sürü atama yapıldı. Bunlar da makamlarının bedelini hukuksuzluk olarak ödediler.

Anayasa Mahkemesi, OHAL dönemi sürdüğü müddetçe KHK’larla ilgili bir işlem yapmayacağını ilân etti. Peki, OHAL dönemi biterse, bu süreçte çıkarılan KHK’lar, hem içerdiği yasalar hem de işten atmalar olarak AYM’ye götürülebilecek mi? Şu anki uygulamaların ‘geri döndürülme’ imkânı var mı? Mağduriyetler giderilebilecek mi? Gasıplar iade edilebilecek mi?

Burada asıl olan hukuken yok hükmünde olan bir işlem ve bunlara bağlı eylemler zinciridir. Diploması olmayan bir insanın cumhurbaşkanı olması anayasaya göre imkansızdır. Bu sebeple OHAL kararından khk’lara referandumdan atamalara her işlem hukuken keemlem yekundur yani yok hükmündedir. Bunlar hiçbir sonuç doğurmaz.

Şu an Türkiye’de yargılamanın savunma ayağının çökertildiğine dair ciddi iddialar söz konusu. Yukarıda da belirttiğim gibi, çok sayıda avukat hapiste ya da firari. Savunmasız veya avukat tutacak parası olmayan mağdurlara bu süreçte neler yapmalarını tavsiye edersiniz? Türkiye’de ya da dünyada haklarını arama adına başvurulabilecek ne gibi merciler bulunuyor? Bu noktada yardımcı olabilecek insan hakları kuruluşları ya da hukuk dernekleri var mıdır?

Şu anda Türkiye’de etkin bir savunma maalesef yapılamamaktadır. Yapıldığında ise maalesef meslektaşlarımız örgütsel tavır takınmak gibi soyut suçlamalarla örgüt üyeliğinde tutuklanmaktadır. Beraatı zimmet esas olması gerekirken maalesef insanlar masumiyetlerini kanıtlamak zorunda bırakılıyorlar. Hukuk mantığında suçu iddia edenin yani devletin ispat etmesi gerekir. Mantıken yokun ispatı mümkün değildir. Olmayan bir şey ispat edilemez. Zaten darbe tiyatrosunda hedeflenen en büyük noktalardan biri sürekli hukuksuzlukları kayıt altına aldıran, kamuoyuna açıklama yapan avukatların sesini kesmekti. Zira yapılan her hukuksuzluğa karşı mahkemelerde cansiperane savunma yapan bir hukukçu grup vardı. Ömer Kavili’den Ömer Turanlı’ya isimlerini burada sayamayacağım kadar arkadaş Türk hukuk tarihinin yıldızları olmuşlardır.

Tüm bu açıklamış olduğum hususlara rağmen asla hukuk yolundan ayrılmadan tüm mağdurların haklarını savunmak için gerek AYM gerekse de AİHM başvurularını mutlaka süreleri içerisinde yapmalarının gerektiğini ifade etmem gerekir. Bu noktada birçok sivil toplum örgütü mağdurlara yardım etmek için ellerinden gelen çabayı da göstermektedir.

Türkiye’deki mevcut hukuksuzlukların giderilmesi ve ülkenin yeniden hukuk rayına oturtulabilmesi için meslek kuruluşları, ya da uluslararası kuruluşlar nezdinde girişimler var mı? Bu girişimler karşılık buluyor mu? Daha neler yapılabilir?

Herkes bireysel olarak başına gelen hukuksuzlukları ulaşabildiği ve ilgili olduğu tüm makam ve mercilere bildirmeli, bunlarla ilgili bilgi belge ve tanık beyanlarını kayıt altına alıp saklamalı muhakkak. Bu girişimler bu gün olmasa bir gün muhakkak kullanılacaktır. Ayrıca uluslar arası insan hakları örgütleri ve BM bünyesindeki komitelere ve raportörlere yapılacak hak ihlallerine ilişkin başvuruların da etkili olacağını düşünüyorum.

Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Son olarak Türkiye’de Ohal nedeniyle mağdur olan tüm vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin en kısa sürede bitmesini, ülkemizin gerçek hukukun üstünlüğüne sahip bir demokrasiye kavuşmasını in içten duygularımla temenni ediyorum.

Source: 

Read More

Similar Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

HUKUKİ DESTEK- WhatsApp
1