Lawyers In Exile

İşkence Yasağı

İşkence, kamu gücü karşısında savunmasız kalan bir insanın haklarına, insanlık dışı

uygulamalarla ahlaksız ve alçakça müdahalede bulunmak olarak tanımlanabilir.

İşkencenin hukuki tanımı ise TCK’nın 94.maddesinde, “Bir kişiye karşı insan onuruyla

bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade

yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışların gerçekleştirilmesi”

olarak tanımlanmıştır.

İşkence yasağı, devletin bireylere karşı güç kullanımını sınırlandıran bir ilkedir. İşkence

yasağı, insan haklarına saygı, insan onurunun korunması ve adaletin sağlanması açısından

önemlidir. Her türlü işkence veya kötü muamele, insan haklarına saygı ilkesine aykırıdır ve

suçtur. İşkence yasağı, insan haklarına saygı ilkesinin bir parçasıdır ve uluslararası insan

hakları hukukunda önemli bir yere sahiptir. Bu ilke, insanların insanlık onuruna uygun

şekilde muamele edilmesini sağlamayı amaçlar. İşkence, AİHS 3.maddesine göre açık bir

şekilde yasaklanmıştır,

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tâbi tutulamaz.”

İşkence, herhangi bir nedene dayalı olarak geçerli hale gelebilir mi?

27 Temmuz 2016’da gözaltına alınan öğretmen Eyüp Birinci’nin başvurusu üzerine

Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara göre, “Kötü muamele yasağı mutlak bir yasak olup

ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır. Terör

ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile kötü muamele kesin olarak

yasaklanmıştır.” (https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3691)

Kararda açıkça “Ulus tehlikede bile olsa işkence yapılamaz” vurgusu yapılmıştır. İşkence

ve kötü muameleye maruz bırakılma uluslararası hukukta ‘mutlak’ olarak yasaklanan, savaş

hali dahil olmak üzere hiçbir istisnası olmayan bir haktır. İşkence ve Diğer Zalimane,

İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler

Sözleşmesi”nin 2. maddesinde yer alan “Ne savaş, ne iç istikrarsızlık koşulları, ne de başka

herhangi bir olağanüstü durum işkenceyi haklı çıkaran bir gerekçe olamaz” hükmü yer

almaktadır.

İşkence, mağdurun ruhu ve bedeni üzerinde yıkıcı tahribat meydana getirebilir, kişinin

hayatı boyunca travma ile yaşamasına neden olabilir. David Le Breton Acının Antropolojisi

adlı eserinde işkenceye bağlı travmanın kişi üzerinde bıraktığı etkileri şöyle açıklamaktadır:

“Acı, kimliğin temellerini zedeler, ancak savunmasız, çıplak ve aşağılanan bir kurbana

karşı bilinçli bir şekilde çektirildiğinde hissedilen travma daha şiddetlidir. İşkence ölümden

beterdir. İşkence İnsanda sürekli bir dehşet gediği açarak kimlik duygusunun dağılmasına,

kişiliğin parçalanmasına yol açar… İşkenceyi hatırlatan her şey çekilen acıları

depreştirir.

İşkence, kötü muamele, insan kaçırılma ve darp gibi sebeplerle resmi mercilere yapılan

bildirimler ve resmi suç duyuruları çoğunlukla sonuçsuz kalmakta, yetkili kişi ve kurum

tarafından gerekli işlemler yapılmamaktadır. Bu durum TİHV ve İHD’nin açıkladıkları

rapora da yansımıştır. Rapora göre,

“İşkence iddiaları karşısında hazırlık soruşturmalarının kolluk görevlileri eliyle yürütme

alışkanlığı devam etmektedir. Soruşturma sırasında kolluk görevlileri çoğu kez, gerekli

işlemleri yapmamakta, delilleri toplamamaktadır. Savcılar, çoğunlukla öne sürülen işkence

iddialarını yada dosyada varolan delilleri dikkate alarak işlem yapmamakta, ayrıca yazılı

başvuru istemektedir.

Mahkemeler ise, yargılama sırasında işkence iddiası yada bulgusu ile karşılaştıklarında,

olaya ilgisiz kalmakta, işkence ile ilgili olarak savcılıklara suç duyurusunda bulunma gereği

duymamaktadırlar. Tüm bunlar işkencecilerin cezasız kalması sonucunu doğurmaktadır.

Oysa işkence ve kötü muamele iddialarının soruşturulması için bir şikayet yapılması

beklenmemeli, bu konuda yeterli şüphe olması durumunda re’sen kovuşturma

başlatılmalıdır. İşleyen kurallar ve hesap verebilirlik sistemleri oluşturulmalıdır. İşledikleri

işkence suçu nedeniyle haklarında dava açılan kolluk görevlilerine yapılan adli yardım da

cezasızlığı teşvik edici bir rol oynamaktadır.” https://www.ihd.org.tr/qkenceye-karele

ve-kence-glerle-dayan-g/

Türkiye`de 2016 yılından itibaren 4141 işkence vakası tespit edilmiştir. Ne yazık ki işkence

yasağına rağmen kamu görevlileri tarafından savunmasız insanlara karşı insan onuruyla

bağdaşmayan muamelelerde bulunulmaktadır. İnsanlık dışı müdahaleyi kendisine ‘yetki’

verilmiş gibi işkence eyleminde bulunanlar, hakkında hiçbir işlem yapılmadan ‘bir insan, bir

baba, bir eş’ olarak aramızda yaşıyor, yaptıkları işkenceleri televizyon kanallarında

pervasızca anlatıyor. J.M.Coetzee’nin Barbarları Beklerken adlı romanında, baş karakter

olan yargıç, işkence sonrasında, işkenceci Mandel’e şu soruları sorar:

“İş bittikten sonra lokmalar kolay geçiyor mu boğazından? İnsan ellerini yıkamak ister

diye aklımdan geçirmişimdir hep. Ama öyle yalapşap bir temizlik yetmez, bir papaz titizliği,

törensel bir arınma gerek, öyle değil mi? Ruhun da arıtılması yani, başka türlüsünü

düşünemiyorum. Yoksa gündelik yaşama nasıl uyum sağlanır? Sofra başında çoluk

çocuğunla nasıl yemek yer, eşin dostunla ekmeğini nasıl bölüşürsün?”

Similar Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

HUKUKİ DESTEK- WhatsApp
1